TarihSayfası tarihsayfasi.com



Tarih Bilincimiz Neden Zayıf?

Tarih yapmak kadar, tarih yazmak da önemli bir iştir. Tarihe nasıl baktığımız, geçmiş ve gelecek tasavvurumuzun önemli bir parçasıdır. İslâm dünyası uzun bir süredir Avrupa-merkezci bir bakış açısıyla tarihe bakıyor. Bu yüzden tarihimizi genç nesillere zengin bir birikim değil, ancak nostalji olarak anlatıyoruz. Dünya tarihinin başlıca aktörü olan İslâm ve Müslümanlar, adeta tarihin kıyısında yaşıyor. Kendilerini merkezde görme cesaretine sahip değiller. Yeni nesillere güçlü bir tarih bilinci aşılamak, önce tarihi doğru okuyup anlamakla mümkün.

Tarih konusunda iki temel yanlışa sıkça rastlıyoruz. Birincisi tarihe salt bir nostalji olarak bakmak. Geçmişte her şeyin iyi, güzel, doğru, mükemmel olduğu inancı, kendi tarihimizi eleştirel bir gözle ele almamıza engel oluyor. Tarihe güven adı altında aslında kendi tarihimizi işlevsiz hale getiriyoruz. Nostaljiye dönüştürülmüş bir tarihten bugüne ilişkin dersler çıkarmak mümkün değil.

Tarihi hamasî duygularla okuduğumuzda, ondan ders çıkartmaktan ziyade, ona başka yüce anlamlar yüklemeye çalışmış oluyoruz. Oysa Kur’an-ı Kerim geçmiş peygamberleri ve onların kavimlerini anlatırken “Yaptıklarından ders almıyor musunuz?” diyor. Çünkü tarih bilmenin amacı, sadece geçmişte ne kadar büyük, yüce, vs. olduğumuzu ispatlamak değil, ondan ders almak ve bugünümüzü ona göre inşa etmektir.

Tarihi salt bir nostalji ve hamaset olarak okuduğumuzda, atalarımızın da bizim gibi insanlar olduğunu unutuyoruz. Bütün büyük başarı ve yenilgileriyle, güç ve zaaşarıyla, sevap ve günahlarıyla bizden öncekiler de bizim gibi et ve kemikten yaratılmış insanlardı. Onların da hüzünleri, öfkeleri, sevinçleri, kaygıları vardı. Tarihi gereğinden fazla romantize ve estetize ettiğimizde, geçmişin nüanslarını, ince ayrıntılarını gözden kaçırmaya başlarız.

MODERNİST TARİH ANLAYIŞI

Tarihe yaklaşırken düşülen ikinci hata, modernistlerin yaptığı gibi tarihi geçmişte kalmış, bizi çok da ilgilendirmeyen bir yük olarak görmek. Eğer tarih, geçmişte yaşanmış hadiselerin toplamından ibaretse,
o zaman tarihte mana aramanın çok faydası yok demektir. Nasıl bugün yaşadıklarımız sadece bizi ilgilendiriyorsa, geçmişte yaşananlar da sadece geçmişteki aktörleri ilgilendirir. Bu bakış açısına göre tarihten bugüne ve yarına aktaracak fazla bir şey yok.

Modernist düşüncenin temel varsayımı şu tarih algısını besliyor: “İnsan, kendi kaderini (geçmişini, bugününü ve yarınını) kendi başına tayin etmek zorunda olan bir varlıktır. İnsanın özgürleşmesi, din, tarih, gelenek, toplum gibi birey-üstü ilke ve kurumlardan kurtulmasına bağlıdır.” Bu yüzden modernist tarih telakkisinde geçmiş bize insan oluşumuz hakkında fazla bir şey söylemez. Geçmişte yaşanan geçmişe aittir. Kendi geleceğimizi kurmak tamamen bizim elimizde olan bir şeydir.

Tarih bir yük olarak görüldüğü için Ortaçağın son dönemlerindeki aydınlar kendi çağlarına “Aydınlanma Çağı” adını verdiler. Neden? Çünkü onlar tarihe yeni bir milat düşmek ve tarihi kendileriyle başlatmak istiyorlardı. Kendilerinin ne kadar rasyonel, aydınlık, özgür, insancıl olduğunu göstermek için de kendilerinden önceki her şeyin ve özellikle Hıristiyan çağlarının kötü, karanlık, geri, cahil, insanlık ve özgürlük karşıtı gösterilmesi gerekiyordu.

Bu tarih tasavvuru Avrupa-merkezci tarih telakkisiyle birleşince karşımıza şöyle bir tablo çıktı: “İnsanlığın gerçek özgürleşme tarihi 16 ve 17’nci yüzyıllarda Avrupa’da başladı. Ondan öncesi hep karanlık, dramatik, bilim, düşünce ve sanattan uzaktı. Aynı tarih dramı Avrupa dışındaki topraklarda da devam etmekteydi. Ne İslâm toplumları, ne Çin ve Hint medeniyetleri, ne de Latin Amerika ve Afrika kıtaları insanlığın ortak mirasına katkıda bulunma şansına sahipti. Batı dışındaki bu toplumlar, ilkel şartlarda ortaya çıkmış ve ilkel kültürler olarak kalmaya devam etmiştir.”

Bu tarih algısı bugün de etkisini sürdürüyor. Hâlâ ders kitaplarımızda bilim, düşünce, medeniyet, kültür ve sanatın kaynağı ve merkezi olarak Avrupa adres gösteriliyor. Bu tarih telakkisinin ağır etkisi altında kalan Türk modernistleri, 19’uncu yüzyıldan bu yana ve özellikle Cumhuriyetin kurulmasından sonra İslâm ve Osmanlı’ya ait ne kadar birikim varsa bunu karalama ve kötüleme yoluna gittiler. Nasıl Aydınlanma Çağı Avrupa tarihinde yeni bir milat olarak görüldüyse, bizde de Cumhuriyet Müslüman Türk’ün tarihindeki en büyük milat olarak takdim edildi. Geçmişe ait olan her şey kötü, köhne, karanlık, baskıcı, vs. olarak reddedildi.

TARİH VE İLERLEME

Modernist tarih yaklaşımının bir diğer önemli sorunu, ilerlemeci bir bakış açısına sahip olması. Modernitenin temel öncüllerinden olan ilerleme fikri, insanlığın lineer olarak, yani doğrusal bir çizgide hep daha iyiye doğru ilerlediği inancına dayanıyor. Buna göre geçmiş, bugün ve geleceğe nispetle her zaman geri olmak zorunda. Geri, yani eksik, gelişmeye muhtaç, tamamlanmamış, yarım kalmış bir geçmiş.

Bu bakış açısında belli bir iyimserlik olmakla beraber, maddi ve lineer ilerleme fikrini İslâm inancıyla bağdaştırmak mümkün değil. Çünkü bize göre tarih ilkelden gelişmişe doğru bir çizgi üzerinde ilerlemez. Tarihe anlam katan temel ilke, inanç ve değerler, tarih üstü bir niteliğe sahiptir. Onlar tarihte insanların uğraş ve gayretleri sonucunda ortaya çıkan bir takım fikirler değildir. İlâhi kökenli
olan temel değer ve inançlar, tarihe yön verirler, ışık tutarlar. Onlar tarihî hadiselerin ortaya çıkardığı bir takım sonuçlar değildir. Tersine tarih, bu değerlerin bir sonucudur.

Şüphesiz bu değerlerin tarihe yön verdiği dönemler olduğu gibi, onlardan uzaklaştığı dönemler de vardır. Bu, temel inanç ve ilkelerin değerinden bir şey eksiltmez. Tam tersine, tarihin bu değerlerle onlara karşı çıkanlar arasında bir mücadele olduğu gerçeğini teyid eder. Bu yüzden İslâm tarih anlayışına göre insanlık en mükemmele her gün biraz daha yaklaşıyor değildir. Zira en iyi ve mükemmel olan, tarihin en başında zaten yer almaktadır. İnsanlık bilimsel, ekonomik ve teknolojik olarak ne kadar ilerlerse ilerlesin, bu hiç birimizi bir peygamberden ve Allah dostlarından daha üstün kılmaz. Zira onların referans noktası tarihî olaylar değil, tarihe anlam katan ve yön veren temel değerlerdir.

GÜÇLÜ TARİH, TARİH BİLİNCİ İÇİN YETERLİ Mİ?

Tarih yapan milletlerin, tarih bilinci konusundaki yetersizliği neden kaynaklanıyor? Tarih yapan milletlerin başında gelen Müslüman toplumlar, güçlü bir tarihî mirasa sırtlarını dayamış olmanın rehaveti içinde yaşıyorlar. İslâm medeniyetinin güçlü birikimi geçmişe ilişkin bize güçlü bir özgüven veriyor. Ama bu tarihi derinlemesine ve eleştirel bir gözle okumadığımız için günümüzün sorunlarına ışık tutamıyor.

Öte yandan geçmişin şanlı tarihi ile bugünkü durumumuz arasında büyük bir kopukluk var. Bunun sebep olduğu gerginlik, günümüzün sorunlarını anlamamıza yardımcı olmuyor. Tersine, sorunlara soğukkanlı
yaklaşmak yerine, mevcut durumumuzun ne kadar ümitsiz olduğuna dair derin bir yenilgi psikolojisine neden oluyor.

Güçlü bir iman temeline ve zengin bir tarihî birikime sahip Müslüman toplumlar, bugün hak etmedikleri şartlarda yaşıyorlar. Çeşitli sebepler yüzünden İslâm ülkelerinin çoğu ekonomik olarak geri, suç ve
yolsuzluğun kol gezdiği yerler. Fakirlik ciddi bir sorun. Hukukun üstünlüğü pek çok İslâm ülkesinde kuru bir hayalden ibaret. Dünya bilim ve kültürüyle rekabet edecek durumda değiliz.

Şimdi bu tabloyu, geçmişteki ihtişam günlerimizle mukayese edin. İslâm toplumları 8 ilâ 15’inci yüzyıllar arasında dünyadaki bütün önemli bilim, kültür, sanat, düşünce, ticaret ve yönetim hareketlerinin merkezinde yer alıyordu. Avrupa’dan Hindistan’a ve Afrika’ya kadar çok geniş bir coğrafyada Müslüman kültürü geniş bir etki alanına sahipti.

İNANÇ, TARİH, ÖZGÜVEN

Bu medeniyet ve kültür mirasının doğurduğu özgüven, bugün büyük ölçüde ortadan kalkmış durumda. Kendi iç sorunlarımız yetmiyormuş gibi, İslâm dünyası dış güçler tarafından sürekli yeni krizlere ve kaoslara
sürükleniyor. İslâm terörle, şiddetle, bağnazlıkla özdeşleştiriliyor. İslâm dünyası mevcut dünya düzeninin yeni günah keçisi olarak takdim ediliyor. Böylece Müslümanların kendileri de bilim, kültür, medeniyet ve sanat iddiasından büyük ölçüde vaz geçiyor.

Oysa İslâm gibi güçlü iman temeli olan bir dinin, aynı zamanda güçlü bir kültür ve medeniyet temelinin de olması gerekiyor. Aksi halde inancı sadece insanların kalplerinde ve zihinlerinde duran soyut bir ilke olarak görmemiz gerekir ki, bu İslâm’ın iman-amel-hayat bütünlüğüyle bağdaşmaz.

İslâm tarihinin engin birikimini bugüne taşımak mümkündür. İman ile hayat arasındaki dengenin mükemmel bir örneğini teşkil eden tarihimiz, bugün nasıl bir dünya kurmamız gerektiği konusunda bize önemli ipuçları sağlayacak kuvvettedir. Bunun için tarih okumalarına ayrı bir önem vermemiz gerekiyor. Resmi tarih görüşünün dışına çıkıp, tarihimizi kendi değerlerimizin penceresinden araştırıp okumalıyız.

Ayrıca İslâm tarihinin bir dünya tarihi perspektifinden ele alınması gerekiyor. Dünyanın saygın tarihçileri artık İslâm tarihine dünya tarihinin bir parçası olarak bakıyor. Artık bizim de geri kalmışlık komplekslerinden kurtulup, tarihin kurucu aktörlerinden biri olduğumuzu yeniden hatırlamamız ve bunu genç nesillere aktarmamız gerekiyor. Tarihi olmayan milletlerin hafızasının olmadığını, hafızası olmayanın ise gelecek tasavvurunun olamayacağını görmemizin zamanı çoktan geldi.

Teşekkürler

Teşekkürler


Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar