Hayber

Hayber

Mekke ile yapılan anlaşma, kuzeydeki diğer tehlikeler­le ilgilenme fırsatı verdi. Bunlardan en büyüğü çoğu İs­lâm düşmanı olan yahudilerin yaşadığı Hayber şehri idi Büyücü Labîd´e büyük bir ihtimalle onlardan biri rüşvet vermişti. Fakat Beni Nadir ve onların Hayber´li akrabala­rına karşı bir girişimde bulunmak için bundan daha kesin deliller ve genel nedenler vardı. Onların Medine´yi işgal etmesi sözkonusu değildi. Bir iki kişi dışında onlardan kimse Hendek savaşma katılmamıştı. Fakat her seferinde Kureyş´e saldın teşvikini veren ve Gatafan´ı da Kureyş´le bir olmaya ikna eden onlardı. Gatafan´ın hâlâ Medine´ye düşman olmasına da onlar neden oluyorlardı. Hayber bu şekilde kaldığı sürece Medine tam bir barış yaşayamazdı.

Bu yönde ergeç bir girişimde bulunulması gerektiği uzun süreden beri biliniyordu. Çünkü Peygamber (s.a.v.), bir süre Önce inen vahydeki yakın zaferin ganimetleri bol olan bir zafer Hayber´in fethi anlamına geldiğinden emindi. Fakat bu, Müslüman olduğunu söyleyen herkes ta­rafından paylaşılmamalıydı. Vahiy, Umre´ye katılmayan bedevilerin tamamen maddi kaygularla savaşlara katıldık­larını söylüyordu. Umrede ganimet ve çapul imkânı olma­dığı için katılmaya değer bulmamışlardı. Bu nedenle şüp­hesiz Arabistan´ın en zengin topluluklarından biri olan Hayber´in fethinde de rol almamaları gerekiyordu.

Bu, nisbeten küçük bir kuvvetle yola çıkmak anlamına geliyordu. Gerçi küçük bir kuvvet olması, plânlarının son ana kadar gizli kalmasını sağlayabilirdi. Fakat yine de bu proje duyulduğunda ağızdan ağıza bir gerçek imiş gibi değil, bir efsane gibi yayıldı. Hayber´in aşılamaz gücü­nü herkes biliyordu. Kureyş ve diğer islâm düşmanları bu haberlerin doğru olmasını´ ümit ediyorlardı. Çünkü eğer bu doğruysa, Muhammed (s.a.v.) müthiş bir yenilgi yaşa­yacaktı. Fakat onun deli olmadığım bildikleri için bu haberlerin yalan olmasından korkuyorlardı. Hayber´lİler ise o denli kendilerinden emindiler ki bu haberlere inan­madılar. Muhammed (s.a.v.)´in Medine´den yola çıktığı haberi kendilerine ulaşıncaya kadar müttefiklerine yardım haberi göndermediler. Ancak bu haberler ulaştığında şef­leri Kinane, Gatafan´ı ziyaret etti ve yardımlarına karşılık o yılın hurma hasadının yarısını teklif etti. Gatafan´lılar bunu kabul ettiler ve dörtbin kişilik bir ordu gönderecek­lerine söz verdiler. Haybe- yahudileri hergün zırhlanın giyip toplam onbin kişi ol ,n ordularını hergün sıraya sok­mayı gelenek haline getirmişlerdi. Gatafan´m da yardı­mıyla ordu ondörtbin kişiye ulaşacakta. Medine´den gelen haberlere göre ise ordu sadece altıyüz kişi idi.

Peygamber (s.a.v.) yola çıkmadan Önce Evs´li Ebu Ahs (r.a) ona geldi ve bir sorunu olduğunu söyledi. Üzerine bi­neceği bir devesi vardı, fakat elbiseleri çok eskiydi ve ne yolculukta kendisi için, ne de ailesine bırakabileceği yiye­cek parası yoktu. Bu aşırı bir durum olmasına rağmen, ona benzer daha birçok kişi vardı. Fakat Umre´ye giderken çok şey harcanmıştı ve o güne dek kazanılan tüm ganimet ler de sayısı gün geçtikçe artan Muhacir Müslümanlara harcanarak tüketilmişti. Peygamber (s.a.v.) Ebu Abs (r.a)´a tek şey olarak elinde kalan uzun ve yeni bir giysi verdi. Fa­kat birkaç gün sonra sefer sırasında onu daha kötü ve eski bir elbiseyle gördü. «Sana verdiğim elbise nerde?» di­ye sordu. «Onu sekiz dirheme sattım» dedi Ebu Abs (r.a) «Daha sonra kendim için iki dirhemlik hurma aldım, iki dirhemim de aileme geçimleri için bıraktım. Geri kalan dört dirheme de bir elbise aldım.» Peygamber (s.a v.) küçüldü ve: «Ey Abs (r.a) ´m babası sen ve arkadaşların gerçek­ten fakirsiniz. Fakat nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun ki, bir müddet daha yaşarsınız, bolluk içinde yaşa­yıp ailelerinizi de bolluk içinde yaşatacaksınız. Bir yığın dirhem ve köleye sahip olacaksınız ve bu sizin için iyi ol­mayacak"[1].

Sefer sırasında Peygamber (s.a.v.) iki kamp yeri ara­sında orduyu durdurdu ve İbn el-Ekva (r.a) adındaki güzel sesli bir Eslem´li adamı çağırdı. Devenden in ve bize deve şarkılarından bir şarkı söyle» dedi. Bedevi, onlar develeri üstünde giderken şarkı söyleyecekti. Unutul­mayan, kederli ve monoton olan eski melodileri söylüyor­lardı. Ibn el-Ekba´nin, Peygamber (s.a.v.)´in Hendek´te Öğ­rettiği beyti okumasıyla bu kederli hava daha da yoğun­laştı:

«Rabbimiz, biz hiç bir zaman sana yönelmez, Zekât vermez ve namaz kılmazdık.»

Ibn el-Ekva (r.a) bu beyitle başlayan ş´arkıyı tamamla­dığında Peygamber (s.a.v.) ona: «Allah sana rahmet etsin? dedi. Buna karşı çıkan Ömer: «Ey Allah´ın Rasulü, sen bu­nu kaçınılmaz kıldın. Keşke onunla daha fâzla beraber ola-biîseydik!» dedi. Hepsinin bildiği gibi, Ömer, onun yakın­da şehit olacağını kastediyordu. Çünkü onlar, Peygamber (s.a.v.) kime rahmet dilerse kısa bir süre sonra onun şe­hit olduğunu görmüşlerdi.

îkibuçuk gün sonra, hedefe sadece bir akşamlık yollan kalmıştı. Hayber ile müttefikleri Gatafan arasında engel oluşturacak bir konumda yol almaları gerekiyordu. Bunu amaçlayan Peygamber (s.a.v.) bir rehber istedi ve gecele­yin surların önündeki açık düzlüğe ulaştılar. Gece çok ka­ranlıktı, çünkü hilal henüz yeni çıkmıştı. Ordu o denli ses­siz yaklaşmıştı ki şehirde hiç kimse durumun farkında bile-değildi. Sadece sabahleyin bir horoz sesi sessizliği bozdu. Müslümanların kampında o şafak vakti sabah ezanı sessiz­ce okundu. Namazdan sonra sessizlik içinde, sabah ışığıyla ortaya çıkan ekin tarlaları, hurma bahçeleri ve kaleleriyle «Hicaz´ın bostanı»nı seyrettiler. Güneş yükseldi, toprak işçileri ellerinde çapaları, sepetleriyle çıkıp böyle sessiz bir orduyla karşılaşınca çok şaşırdılar. «Muhammed ve or­dusu!» diye bağırıp geriye, kalelere kaçtılar. Peygamber (s.a.v.) AUahu Ekber dedi ve zafer dolu bir sesle Haribet Hayber (Hayber harap oldu) sözlerini skledi. Daha sonra Allah´ın insanları cezalandıracağını haber veren bir âyet okudu:

«Fakat (azab) onların sahasına indiği zaman uyarıhp-korkututanların sabahı ne kadar da kötü olur.» (Saffat:177).

Ama «indiği zaman yerine «indirdiğimiz zaman» dedi.

Yahudiler hemen bir savaş konsülü topladılar. İçlerin­den bir şefin uyarılarına rağmen kale burçlarındaki siper­lerine güvendiler. Yesrib kaleleriyle, dağ hisarları adını verdikleri kendi kaleleri arasında hiçbir karşılaştırma ya­pılamayacağını söylediler. Bu ayrı gruplarla savaşma ka­ran, onların en zayıf noktalan olan birlik yoksunluğuna dayanıyordu. Kur´an´da Yesrib yahudiîeri için söylenenler Hayber´liler için de geçerliydi:

«Sen onları birlik sanırsın, oysa kalblerİ paramparçadır» (Uaşr: 14).

Küçük, fakat birlik içindeki bir ordu ile karşılaşmak onlar için şanssızlıktı:

«Hİç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenet­lenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever» (Haşr: 4).

Bu ordu, şu vaade uyarak nefisleri yücelenlerden olu­şuyordu:

«Nice az bir topluluk, dçtha çok olan bir topluluğa Allah´ın iz­niyle galip gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir» (Bakara: 249)

İlk gün Peygamber (s.a.v.) en yakın kaleye saldırdı­ğında diğer kaleleri savunanlar birlik olup saldıranlara karşı tek vücut halinde savaşmadılar. Fakat kendi duvar­ları arkasında kalıp, kendilerini güçlendirmekle meşgul ol­dular. Bu taktikler iki ordu arasındaki eşitsizliği azalta­cak nitelikteydi. Fakat yine de Müslümanların sabrı, ya­bancı bölgede birden fazla savaş yapıp, uzun süren bir iş­gal ile sınanıyordu. Hayberliler, Arabistan´da en iyi nişan­cılar olarak tanınırlardı. Şimdiye kadar Müslümanlar hiç bu kadar fazla kalkan kullanmaya ihtiyaç duymamışlardı.

Kampın gerisinde ise kadınlar sürekli ok yaralarım tedavi ile meşgul oluyorlardı. Peygamber (s.a.v.)´in eşlerinden sı­ra ikinci defa yine Ummü Seleme´ye gelmişti. Yaralıları tedavi etmek ve safların gerisinde su ihtiyacını karşılamak üzore gelen kadınlar arasında Peygamber (s.a.v)´in halası Safiye (r.a), Ümmü Eymen (r.a), Nuseybe (r.a) ve Enes´in annesi Ümmü Süleym (r.a) de vardı.

Günler geçti, fakat hiçbir şey elde edilemedi. Altıncı gece, Ömer (r.a)´in gözcülükle görevli olduğu bir sırada kampta bir casus yakalandı. Bu casus hayatı karşılığın­da Müslümanlara kaleler hakkında bilgi verdi ve hangi kalenin en zayıf ve en çok silaha sahip olduğunu anlattı. îlk önce en az korunan fakat geçmişte diğer kalelere kar­şı kullanılan bir savaş aletine sahip bir kaleye saldırma­larım önerdi. Medine gibi Hayber´de de uzun süreden beri iç savaş yaşanmıştı. Ertesi gün Müslümanlar kaleyi ele geçirdiler. Kaya fırlatmaya yarayan bir mancınık ve as­kerlerin kaleye girmek için yakın dövüşe başladıklarında üstünde çatı vazifesi görecek olan bir siperden oluşan sa­vaş aletlerini diğer kalelere karşı kullanmak üzere çıkar­dılar. Bir bakıma bu aletler sayesinde, zayıf kaleler teker teker düştü. Karşılaştıkları en güçlü savunma Na´im adın­daki kalenin savunmasıydı. Burada garnizon büyük bir kuvvetle karşı koyuyordu ve o gün Müslümanlar tarafm-yan yapılan her saldın püskürtüldü. Peygamber (s.a.v.) «Yarın sancağı Allah´ın ve Rasulünün sevdiği birisine ve­receğim. Allah bize zaferi onun ellerinden verecek, o hiçbir zaman dövüşten kaçmayan biri- dedi.

Peygamber (s.a.v.) daha önceki seferlerinde sancak nlarak nisbeten daha küçük bayraklar götürmüştü. Fakat Hayber´e, Aİşe (r.a)´nin cübbesinden yapılmış büyük siyah bir sancak getirdi. Buna «kartal» adını vermişlerdi. Ertesi gün «Peygamber (s.a.v.) sancağı Ali(r.a) ´ye verdi. Daha sonra o ve diğer arkadaşları adına, onlara zafer vermesi için Allah´a dua etti. Zübeyr (r.a) ve kırmızı sankU Ebu Dücane (r.a)´nin büyük rol oynadığı bir günlük şiddetli bir çarpışmadan sonra Ali (r.a) adamlarına son bir hamle yap­tırdı ve düşmanın kale kapılarının kontrolünü Müslüman­lara bırakarak kalenin içlerine doğru çekilmelerini sağla­dı. Kale ele geçirildi, fakat adamların çoğu arkadaki bir kanaldan diğer kalelere kaçmışlardı.

«Beni Gafatan nerede?» sorusu Hayber´de devamlı so­rulan fakat cevap alınamayan bir soruydu. Onlar gerçek­ten söz verdikleri gibi dörtbin kişilik orduyla yola çıkmış­lardı. Fakat bir günlük yol gittikten sonra geceleyin ko­nakladıklarında yerden mi, gökten mi geldiğini anlayama­dıkları bir ses duydular.. Ses arka arkaya üç kez «Halkı­nız! Halkınız! Halkınız!» diye bağırdı. Bunun üzerine adamlar ailelerinin tehlikede olduğunu hayal ettiler ve aceleyle geri döndüler. Fakat geri döndüklerinde herşeyin yerinde olduğunu gördüler. Bir bakıma, düşmanın yenilme­sinde bir payları olamayacak kadar geç kaldıklarını düşün­dükleri için, ikinci kez yola çıkmayı göze alamadılar.

Hayber´deki kalelerden en dayanıklısı Zübeyr hisarı denilen kaleydi. Kalenin girişinde sarp kayalıklar vardı, diğer tarafları ise dimdik uçurumdu. Diğer kalelerden ka­çan savaşçıların çoğu, bu kalenin kuvvetlerine katılmıştı. Peygamber (s.a.v.) kaleyi üç gün boyunca kuşatma altın­da tuttu. Üçüncü günün sonunda diğer kalelerden birin­den bir yahudi geldi ve Peygamber (s.a.v.)´e onların son­suza dek savunmalarını sağlayacak gizli bir kaynaklan olduğunu haber verdi. Kendini, ailesini ve mallarını ga­ranti altına "almak şartıyla bu sırrı ona söylemeyi teklif etti. Peygamber (s.a.v.) bu teklifi kabul etti. Adam ona kale duvarları altından geçen bir su kaynağı olduğunu,

Zübeyr kalesindekilerin bu kaynağa merdivenlerle inip su aldığını anlattı. Su hiç bir zaman kurumadığı için kalede-kiler hiç su depolama ihtiyacı duymuyorlar. Eğer su kay­nağı engellenirse birkaç gün içinde dövüşeni eyecek kadar susuz kalacaklardı. Peygamber (s.a.v.) bu plânı uyguladı ve şiddetli bir çarpışmadan sonra kaley aldı.

Karşı koyabilecek güçte olan son kale Kamus idi. Bu kale, Beni Nadir´in en zengin ve en güçlü kollarından biri olan Kinane ailesine aitti. Bazıları uzun süreden beri Hay-ber´de yaşıyordu. Oysa ailenin çoğu Medine´den sürgün edildikten sonra Hayber´e yerleşmişti. Gatafan´ın yardımını özellikle bunlar bekliyorlardı. Onların sözlerinde durma­ması Kinane´lileri büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. diğer kalelerden kaçıp Kamüs´u dolduran yahudilerin getir­diği kötü haberler moral çöküntülerini daha da artırıyor­du. Bununla birlikte ondört gün karşı koydular. Daha son­ra Kinane, Peygamber´ (s.a.v)´e görüşmek istediğini bildi­ren bir haber gönderdi, Kinane ailesinden bir kaç kişi ile birlikte kaleden çıktı. Görüşmeler sonunda, yahudilerin Hayber´i ve tüm mallarını Müslümanlara bırakıp gitmele­ri şartıyla ne onlardan, ne de ailelerinden kimsenin öldu-rülînemesine ve esir alınmamasına karar verildi. Peygam­ber (s.a.v.) son bir şart daha ekledi: eğer bir kişi bile mal larını götürmeye kalkarsa, hayatları tehlikede olacaktı. Kinane ve diğerleri buna razı oldular. Peygamber (s.a.v.) Ebu Bekir (r.a), Ömer (r.a), Ali (r.a) ve Zübeyr (r.a)´le birlikte on yahudiyi anlaşmaya şahit tuttu.

Fakat kısa bir süre sonra hem Müslümanlar, hem de yahudüer, mallarının büyük bir kısmının gizlenmiş oldu­ğunu farkettiler. Medine´den getirdikleri ve Medine sokak­larında herkesi büyüleyen o meşhur Beni Nadir serveti neredeydi? Peygamber (s.a.v.) bunu Kinane´ye sordu. Ki­nane Hayber´e vardıklarından beri silah ve zırh almak için mallarını sattıklarını bu nedenle de servetlerinin azaldığı­nı söyledi. Yahudiler onun yalan söylediğini biliyorlardı. Bunun yanısıra, artık bir Peygamber (s.a.v.)´in huzurunda olduklarına inandıkları için çoğu endişeliydi. Ona tabi olmalarına gerek, olmadığını, çünkü onun kendilerine gönde­rilmediğini düşünüyorlardı. Fakat yine de onu kandırmak çok tehlikeli olabilirdi. Kinane´nin çok sevdiği adamlardan biri ona gidip hiçbir şey gizlememesi için yalvardı. Çünkü eğer gizlerse Peygamber (s.a.v.) bunu mutlaka haber alır­dı. Kinane sinirlenerek onu tersledi. Fakat bir gün bile geçmeden hazine bulunmuştu. Kinane ve ona yardım eden kuzeni ölüm cezasına çarptırıldılar. Aileleri de esir alındı.

Kamûs´un düşmesinden sonra geri kalan iki kale de aynı şartlarla teslim oldular. Daha sonra Hayber yahudi-leri toplanıp bir danışma meclisi kurdular. Sonunda şöyle bir karara vardılar: Peygamber (s.a.v.)´e çiftçilikten ve bahçecilikten iyi anladıklarını öne sürerek her yıl hasadın yansını vergi olarak verip, Hayber´de kalmayı teklif ede­ceklerdi. Peygamber (s.a.v.) buna razı oldu. Fakat gele­cekte eğer isterse, onların gitmesi gerektiğini de ekledi. îş-te o zaman Müslümanların kuzeydoğuda zengin bir vaha olan Fedek´e bir sefer düzenledikleri söylentisi çıkta. Fedek yahudileri, Hayber´e uygulanan vergiyi duyunca, aynı şartlarla teslim olmak istedikleri haberini gönderdiler. Bu şekilde Fedek de, savaş yapmadan kazanılan diğer yerler gibi Peygamber (s.a.v)´in özel mülkiyetine geçti.

Bütün meseleler halledilip, zafer kazanan ordu istira­hata çekildiğinde, Sellam îbn Mişkem´in dul eşi bir kuzu haşladı ve her tarafını zehirledi. Peygamber (s.a.v)´in ço­ğunlukla kuzunun kolunu sevdiğini duyduğu için o bölge­yi özellikle zehirledi. Daha sonra kuzuyu kampa götürdü ve Peygamber (s.a.v.)´in önüne koydu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona teşekkür etti ve beraberindeki ar­kadaşlarını yemeğe davet etti.

Peygamber (s.a.v.)´İn hemen yanında, Müslümanlara ikinci Akabe´de liderlik yapan ve Mekke´ye doğru ilk na­maz kılan kişi olan Bera´nın oğlu Hazreç´li Bişr oturuyor­du. Peygamber (s.a.v.) kuzudan bir. lokma aldığında ağ-zmdakileri tükürdü ve «Ellerinizi çekin! Bu kol bana ze­hirli olduğunu söyledi» dedi. Kadına haber gönderdi ve kolu zehirleyip zehirlemediğini sordu. Kadın: «Sana kim söyledi?» diye sordu. Peygamber (s.a.v.) «Kolun kendisi» dedi, «Bunu niçin yaptın?» Kadın: «Halkıma neler yaptı­ğını biliyorsun; baoamı, amcamı ve kocamı öldürdün. Ben de kendi kendime; eğer o bir kralsa ondan kurtulacağım, eğer bir Peygamber´se zehirli olduğunu, anlar dedim.» dedi. Bişr´in yüzü zaten sararmıştı. Çok geçmeden Öldü. Fakat Peygamber (s.a.v.) buna rağmen kadını bağışladı-.[2]

Müslümanların eliyle kocasını ve babasını kaybeden tek kadın o değildi. Kinane´nin hazineyi saklaması üzerine alınan esirler arasında, Kinane´nin dul eşi ve Beni Kura-zalıları Peygamber Cs.a.vJ´le yaptıkları anlaşmayı bozma­ya ikna eden ve Hendek Savaşından sonra onlarla birlikte öldürülen Huyay´m kızı Safiye´de vardı. Safiye onyedi ya­şındaydı ve Kinane ile evleneli henüz bir iki ay olmuştu. Bu süre boyunca Safiye ile Kinanenîn evlilikleri mutlu geçme­mişti. Babası ve kocasının aksine Safiye çok dindar bir ka­dındı. Küçük yaşından beri halkının bir Peygamberin ge­leceğinden bahsettiğini duymuştu ve bu onun hayallerini doldurmuştu. Daha sonra halkı Mekke´de. Kureyşiı bir Arab´ın Peygamberlik iddiasında bulunduğundan bahset­mişlerdi. Sonra onun Küba´ya ulaştığı haberi gelmişti. Bu olay o daha on yaşında bir çocukken yedi yıl Önce olmuş­tu. O babasıyla amcasının bu adamın bir sahtekâr oldu­ğunu gözleriyle görmek için Küba´ya gittiklerini de hatır­lıyordu. Fakat herşeyden çok onların gece yarısı üzüntü ve nayal kırıklığı içinde geri dönüşleri belleğine işlenmiş ti. Söylediklerinden onların bu yeni gelen adamın Peygam­ber olduğuna inandıkları, fakat ona karşı çıkmaya niyet­lendikleri anlaşılıyordu. Onun küçük aklı buna hayret et­mişti[3].

Evlendikten kısa bir süre sonra ve Peygamber (s.a.v.)´-ip Hayber önlerine gelmesinden bir süre önce bir rüya gör­müştü. Gökte asılı parlak bîr ay gördü, bunun altında Ma[4]ine şehrinin uzandığını biliyordu. Daha sonra ay Hayfcer´e doğru ilerlemeye başladı ve kucağına düştü. Uyandımda Kinane´ye rüyasını anlattı, fakat o Safiye´nin yüzü ne bir tokat attı ve «Bu sadece senin Hicaz Kralı Muham med´i arzu ettiğin anlama gelir» dedi. Bir esir olarak peygamber (s.a.v.)´e getirildiğinde yüzünde hâlâ darbenîr izi vardı. Peygamber (s.a.v.) ona bunun neden olduğunu sordu, o da rüyasını anlattı. O sırada Beni Kelb´ten Dihye adında bir adam, Safiye´yi Hayber´den kendisine düşecek olan ganimet payı olarak istemiş, Peygamber (s.a.v.) de bunu kabul etmişti. Fakat Safiye´nin rüyasını dinleyince Dihye´ye onun kuzenini alması için haber gönderdi. Daha sonra Safiye´ye dönüp onu serbest bırakacağım, bir yahu-di olarak kalıp halkına dönmek veya Müslüman olarak Peygamber (s.a.v.)´in eşi olmak arasında bir seçim yap­masını söyledi. Safiye «Allah´ı ve Rasulünü seçiyorum» dedi. Medine´ye doğru yola çıkıldı ve Rasulullah´la Safiye (r.a) ilk konakta evlendiler.

Sefer henüz bitmemişti. Çünkü geldikleri yoldan dön­mek yerine biraz batıya-dönüp Vadi´1-Kura yahudilerinin kalelerini de kuşattılar. Bu yahudiler Hayber´le anlaşmalı idiler, üç günün sonunda Hayber´deki şartların aynısını kabul edip teslim oldular.

Kuzeye doğru yürünürken orduya şarkı söyleyen Es-lem´li tbn el-Ekva (r.a) Hayber´de kaleye saldırırken öldü­rülmüştü. Nasılsa kendi kılıcı kendisine dönmüş ve ona ölümcül bir yara vermişti. Ensar´dan biri bu nedenle onun bir şehit sayılamayacağını iddia etti. «Bunu söyleyen ya­lan söylüyor» dedi Peygamber (s.a.v.) «Gerçekten O, bir yüzücünün suyu geçtiği gibi kolaylıkla Cennet bahçelerin­den geçti»[5]. Şehitlikle ilgili başka bir tartışma da Vadİ´î-Kura´da çıktı. Peygamber (s.a.v.)´in zenci kölesi Kerkere, bir devenin semerini çözerken isabet eden bir okla öldürülmütü. Peygamber (s.a.v.) herkesin sorduğu bu soruya şu ce­vabı verdi: «Şimdi o, Hayber´de çaldığı ve şimdi alev ha­line gelen cübbenin altında cehennem ateşinde yanıyor.»[6] Peygamber (s.a.v.) sürekli olarak, kendisiyle birlikte yaşama ayrıcalığına sahip olan Sahabeyi, bu ayrıcalığın bazı büyük sorumlulukları da beraberinde getirdiği konu­sunda uyarırdı. Çünkü Allah adildir ve onları, kötülüğe karşı koymanın çok zorlaştığı kötü çağlarda yaşayanlardan daha şiddetli cezalandıracaktır. Peygamber (s.a.v) şöyle derdi: «Siz öyle bir çağda yaşıyorsunuz ki, kanunun onda birine uymazsanız mahkum olursunuz. Fakat öyle bir çag gelecek ki o zairfan kanunun onda birine uyan kurtulacak[7]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] W. 636.



[2] B. U, 23

[3] I. I. 354-5

[4] Dihyu (,ok güzel bir adamdı. Peygamber (s.a.v.) onun hak­kında -Gördüğüm adamlar içinde Cebrail´e eh çok benze-vı-n Dihye el-Kalbî- derdi. I. S. IV, 184.

[5] W.662.

[6] I. I. 765

[7] Tir. XXXI, 79.
Top