ihya.org

Osmanlı

Osmanlı Mimarisi ve İç Mekanlar



Osmanlı mimarisi basit, kullanışlı, ince, zarif, vakur ve heybetlidir. Muhteşem saray tipi XIX.asırda Batı'dan gelerek girmiştir. Bununla beraber Allah adına yapılan camiler tamamen abidevidir. Camiler çevreleri bir sürü sosyal müessese ile örülür ve bir "külliye" teşkil ederler.

Osmanlılar fevkalâde imarcıdır. Yapıları kendi medeniyetine ait olmasa bile ihtimamla korur. İmar görülmediği hiçbir imparatorluk köşesi yoktur. Dişinden tırnağından arttıran mütevazı mahalle zenginleri bile, bir mescid yaptıramadığı takdirde bir çeşme yaptırır veya bir mektep tamir ettirir. Toplum anlayışı fevkalâde güçlüdür. Kendilerinden sonraki nesiller içinde şefkat fikri çok gelişmiştir.

Mimar Kasım Ağa

Koca Kasım Ağa, 16. yüzyıl sonunda ve 17. yüzyılda hizmet vermiş Osmanlı mimarıdır. İstanbul'a devşirme olarak geldi. Mimarlığı muhtemelen Davud Ağa'dan öğrendi. Adı ilk olarak 1597 yılında Dikilitaş yakınındaki Validesultan hamamının onarımı sırasında duyuldu. 1622 yılında Mimarbaşı Hasan Ağa'nın ölümünden sonra baş mimarlığa getirildi.

Eserleri

1639'da Üsküdar sarayında Baltacılar koğuşunu onardı. Altı ay süren bir çalışmadan sonra Topkapı Sarayı'nda Sepetçiler Kasrı'nı yeniden yaptı. 1598'de Mimar Davud Ağa'nın planı ile başlanan ve dört mimar tarafından tamamlanan Yeni Cami'nin yapımına yardımcı oldu. 1644'de memleketi Arnavut Belgradı'nda bir çeşme yaptırdı.

Mimar Davud Ağa

Mimar Davud Ağa (? - 1599), Mimar Sinan'ın kalfalarından olup, Sinan'ın vefatından sonra Osmanlı Devleti'nin baş mimarlığına getirilmiştir.

Hasbahçe'de yetişip Kağıthane suyolu nazırlığından başmimarlığa yükselen Davud Ağa, 1570'li yıllarda Mimar Sinan'ın kalfasıydı. Büyük selin İstanbul'u tahrip etmesinden sonra yıkılan köprü ve kemerleri onardı. Selimiye Camii, Valide Camii inşasında çalıştı. 1585'de Fatih'te Mehmed Ağa Camii'ni inşa etti. 1588'de Sinan'ın ölümüyle boşalan baş mimarlığa getirildi.

Fatih'deki Nişancı Boyalı Mehmed Paşa Camii'ni tamamladı, İncili Köşk ve Sepetçiler Köşkü'nün inşasında bulundu, Topkapı Ahmed Paşa Camii inşasına katıldı, Takyeci Camii ile Cerrah Mehmed Paşa Camii'ni inşa etti. 1595'te III. Murat'ın Ayasofya'daki türbesini yaptı. 1599'da vebadan vefatından bir ay önce Yeni Camii'nin temelini attı, inşasına başladı.

Mimar Mehmed Tahir Ağa

Mimar Mehmed Tahir Ağa (18. yy) Mimarbaşı

"Doğum ve ölüm tarihleri" bilinmemektedir. I. Mahmud devrinde daha 12 yaşındayken babası ile birlikte Rusya ve Avusturya seferlerine katıldı. Haziran 1760'ta Hacı Ahmed Ağa'nın vekili olarak mimarbaşılık görevinde bulunan Mehmed Tahir Ağa, 1761 bağlarında bu göreve tayin edildi. Mayıs 1768'de görevden ayrılan Mehmed Tahir Ağa'nın yerine Abdi Ağa getirildi. Mart 1770'te ikinci kez mimar başı olarak tayin edilen Mehmed Tahir Ağa, 1775'e kadar bu görevini sürdürdü ve bu tarihte yerine Hafız İbrahim Ağa atandı. 1777'de üçüncü kez göreve getirilen Mehmed Tahir Ağa bu sefer 5 Ağustos 1784'e kadar bu görevim devam ettirdi ve yerine tekrar Hafız İbrahim Ağa tayın edildi. Görevden ayrıldıktan sonra Nisan 1788'de I. Abdülhamid devrinde Avusturya seferi sırasında Fethül İslam civarında bir köprünün nazırlığını yürüttü, çevredeki diğer köprülerin de bakımı ve yeniden yapımı için gerekli çalışmalarda bulundu.

Mimar Hayreddin

Mimar Hayreddin 15. yüzyıl sonları ile 16. yüzyıl başlarında yaşayan, II. Bayezid devrinde önemli binalar inşa eden Osmanlı mimarı.

Kaynaklarda baba adının Mimar Murad olduğu kaydedilmektedir. Fakat bu Mimar Murad'ın Fatih ve II.Bayezid devrinde bir hayli adı duyulan ve II. Bayezid'in Geyve'deki köprünün mimarı olan Abdullah oğlu Mimar Murad Halife olup-olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Mimar Hayreddin'in doğum yeri ve yılı ve vefatının tarihi de belli değildir. Hayatı hakkında da bilgimiz çok azdır.Ancak birçok mimarlara göre tarihi bir şahsiyet olduğu muhakkaktır. İstanbul'daki II. Bayezid Külliyesinin ve kendisine izafe edilen bazı binaların mimarı olduğu hakkında yaygın bir kanaat mevcutsa da, bu iddiaları ne te'yid ve ne de reddetmek mümkün değildir.

Mimar Sedefkar Mehmet Ağa

Sedefkar Mehmed Ağa Sultanahmet Camii'sinin mimarı. Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatının son senelerinde, Rumeli’nden devşirilerek İstanbul’a getirildi. Beş sene Acemi Ocağında kaldıktan sonra, Kanuni Sultan Süleyman Türbesi bahçe bekçiliği vazifesi verildi. Bu vazifesi esnasında mühendis mektebi talebelerinin derslerini dikkatle takip etmesi, hocaların gözünden kaçmadı. İmtihana tabi tutularak derslere devamı uygun görüldü. Üstün kabiliyeti sayesinde kısa zamanda talebeler arasında kendini gösterdi. 1570'den 1589'a kadar Mimar Sinan'nın öğrencisi oldu. Muhzırbaşı oldu. Mimar Sinan'ın ölümünün ardından Mimar Davut Ağa'dan, sonra da Dalgıç Ahmed Ağa'dan ilim öğrendi. Burada yirmi sene Mimar Sinan, Mimar Davud, Mimar Dalgıç Ahmed Ağalardan mimarlık ve sedefkarlık dersleri aldı. Sedef işlerindeki fevkalade mahareti sedefkarlık halifesi olmasına sebep oldu. Mimar Sinan’ın tavsiyesiyle Sultan Üçüncü Murad’a sedef işlemeli bir rahle hediye ederek, padişahın takdirini kazandı. Kendisine Topkapı Sarayı Kapıcılığı verildi. Bu vazifeyle beraber derslere de devam ederdi.

Mimar Sinan

Mimar Sinan veya Koca Mîmâr Sinân Ağa ( Sinaneddin Yusuf - Abdulmennan oğlu Sinan) Osmanlı mimarıdır.

Sinaneddin Yusuf , Kayseri'nin Agrianos (bugün Ağırnas) köyünde hristiyan ( Ermeni veya Rum olarak doğmuştur. 1511'de Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul'a gelmiş yeniçeri ocağına alınmıştır.

"""Bu değersiz kul , Sultan Selim Hanın saltanat bahçesinin devşirmesi olup , Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında , tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek , görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum.

Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbula dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım """
Tezkiretü'l Bünyan ve Tezkiretü'l Ebniye [13]

Pertevniyal Valide Camii

# Sultan II. Mahmut'un eşi ve Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır.

# Cami 1869-1871 yılları arasında inşa edildi.

# Planlarını Sarkis Balyan'ın çizdiği, hazırlanmasına Hagop Balyan'ın katıldığı da bilinmektedir. Mimarı Montani'dir. Çizim işlerinde, desinatör Osep çalışmıştır. Uygulama ve şantiye yönetimi için Bedros Kalfa ve duvarcı Ohannes ile dülger kolbaşısı Dimitri görevlendirilmiştir.

# Camii`nin, neogotik tasarımıyla klasik camilerden oldukça farklı bir mimarisi vardır.

Ayasofya Camii Kısa Tarihçesi



Dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer alan Ayasofya Camii, mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden yegâne uygulama olarak görülür. Ayasofya; Osmanlı camilerine fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünü olarak değerlendirilir.

Ayasofya, inşa edildiği tarihten bu yana 916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak hizmet verdi. Son olarak Ayasofya, 1935'te müzeye dönüştürüldü.

Ayasofya Camii

Dünyanın 8.harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat Tarihi ve mimarlık dünyasının 1 numaralı yapısı hüviyetindedir. Bu yaşta ve bu ebatta zamanımıza gelebilmiş ender eserlerdendir. Orijinal adı Hagia Sofia olan, Türklerin Ayasofya dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia olarak bilinir. Bazilika, Sofia isimli bir azizeye değil, Kutsal Hikmet’e ithaf edilmişti. Önceki bir pagan mabedinin yerinde yapılmış 3 ayrı bazilika aynı isimle anlatılmıştı. İmparator Büyük Konstantin devrinde kilise yapılmadığı halde, bazı kaynaklar, ilk Ayasofya Bazilikasının onun tarafından yaptırıldığını iddia ede gelmiştir. Küçük ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4. yy. ikinci yarısında Büyük Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı. 404 yılında, bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde inşa edilen 2. kilise 415 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştu. “Nika” isyanı diye bilinen ve İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de yakılmıştı.

İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi

İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460 - 1478 yılları arasında yaptırılan ve zamanla yeni eklemelerle genişletilen Topkapı Sarayı, yaklaşık 380 yıl imparatorluğun yönetim merkezi ve padişahların evi olarak kullanılmıştır. Dolmabahçe Sarayı'nın yapılmasından sonra terk edilen Saray, önemini her zaman korumuştur. Sultan I. Abdülmecit ve Sultan Abdülaziz dönemlerinde özel izinle Saray'ın bazı bölümlerin ziyarete açıldığı bilinir.

Dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişi Topkapı Sarayıdır. Atatürk’ün emri ile 1924 yılından beri müze olarak kullanılmaktadır. Konumu Halic’i, Boğaziçi’ni ve Marmara denizi gören, çok güzel manzaralı, İstanbul’un ilk kuruluş yeri olan bilinen akropol tepesidir. Tarihi İstanbul üçgen yarımadasının en uç noktasında, 5 km.yi bulan surlarla çevrili, 700.000 m2 özel araziye sahip bir komplekstir.

İstanbul Küçüksu Kasırı

Yapı, boğazın Asya yakasında, Anadoluhisarı ve Kandilli arasında bulunmaktadır. Küçüksu Kasrı, ilk kez Sultan I.Mahmut döneminde, 1749 yılında inşa edilmiştir. Daha sonraları Sultan III. Selim ve II.Ahmet dönemlerinde restore edilen yapı, Sultan Abdülaziz döneminde yeni bir görünüme kavuşmuştur. Küçük ve zarif bir sanat eseri olarak inşa edilen kasrın hemen arkasında Sultan III. Selim’e ait bir çeşme bulunmaktadır. 1861 yılında, VIII. Edvard İstanbul’u ziyaret ettiğinde, Sultan Abdülaziz, kendisinin onuruna burada bir öğle yemeği vermiştir.

İstanbul Yıldız Sarayı

Boğaziçi’ne hakim tepeler ve vadileri kaplayan geniş alan üzerine serpiştirilmiş, yüksek duvarların çevrelediği avlular içerisinde köşkler, bahçeler kompleksidir. İstanbul’un bu ikinci büyük sarayı günümüze değişik hizmetlere ayrılmış, bölünmüş durumu ile gelmiştir. Hep saray kullanımında olan 500 bin metre karelik koruda 19 yy. başlarında yapılan ilk köşkü diğerleri takip etmiş ve Sultan II. Abdülhamit’in şüpheci şahsiyeti buraları daha emniyetli kabul edince, şimdiki halinde gelişmiştir. Sultan 33 yıllık saltanatında, şehir içinde şehir gibi olan bu korunaklı sarayı resmi dairesi ve haremi olarak kullanmıştı. Geçit ve kapılarla ayrılmış avlularda köşkler, havuzlar, seralar, kuşhaneler, atölyeler ve hizmetli binaları yer alırdı. İki ana girişi yanında birer küçük ve şirin camii bulunur. Zaman içerisinde Harp Akademileri için kullanılan binalar boşaltılmış, kuzey sınırındaki askeri tesisler halen aynı maksatla kullanılmakta, diğer bölümler ise Yıldız Teknik Üniversitesi, Belediye, Milli Saraylar idaresi, İslam Tarihi Sanatları ve Kültürleri Araştırması Organizasyonuna tahsislidirler.

İstanbul Maslak Kasırları

Levent ve Ayazağa semtlerini birbirine bağlayan ana yolun sağında bulunan Maslak Kasırları’nın yer aldığı çevrede ilk yapılaşmaların, Sultan II. Mahmud Dönemi’nde (1808-1839) başladığı ve bu bölgenin Sultan II. Abdülhamid’in veliahdlığı sırasında sultanlara ait bir av ve dinlenme yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu yıllarda tarih sahnesine çıkan ve bölgeye özel bir konum kazandıran Maslak Kasırları’nın ne zaman ve kim tarafından yaptırıldıkları tam olarak saptanamamakla birlikte, büyük bir bölümü Sultan Abdülaziz Dönemi’ne (1861-1876) tarihlenmektedir.

170.000 m2’lik orman arazisinin ortasında yeşilin tüm tonlarını barındıran bir koruluğun içinde yer alan Maslak Kasırları’ndan günümüze; Kasr-ı Hümâyûn, Mabeyn-i Humâyûn ve Limonluğu, Çadır ve Köşk Paşalar Dairesi gelebilmiştir. Boğaziçi’nin Karadeniz’e açıldığı noktayı çok iyi görebilen bir konumda, çevrelerindeki yeşil örtüyle bütünleşen bu yapılar, 19. Yüzyıl sonları Osmanlı mimarlığı ve süslemeciliğinin seçkin örneklerini oluşturmaktadır.

İstanbul Küçüksu Sarayı

Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu Boğaziçi’nin bu şirin yöresinde, yerleşim tarihi Bizans Dönemine dek inmektedir. Osmanlılar Döneminde de ilgi çeken ve “Kandil Bahçesi” adıyla padişahın has bahçelerinden biri olarak kullanılan Küçüksu ve çevresini IV. Murad’ın (1623-1640) çok sevdiği ve buraya “Gümüş Selvi” adını verdiği bilinmektedir.

17. yüzyıldan başlayarak çeşitli kaynaklarda “Bağçe-i Göksu” adıyla geçen yörede, özellikle 18. yüzyıldan başlayarak yoğun bir yapılaşma izlenmektedir. Sultan I. Mahmud Döneminde (1730-1754) Divittar Mehmed Paşa, padişah için bu Hasbahçe’nin deniz kıyısına iki katlı ahşap bir saray yaptırmış, bu yapı III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde de onarılarak kullanılmıştır.

Top