Revan Seferi Ve Memleketin Tanzimi

Revan Seferi Ve Memleketin Tanzimi

Bu seferi iki kısma ayırmak sanki farz oluyor. Çünkü birin­ci bölümü devleti aliyenin Üsküdardan ta İran hududuna ka­dar yapılan bir teftişle bu teftişler neticesinde yapılan infaz­lar bazı tarihçilerimizde insafsızlık, haksızlık ve zalimlik diye vasıflandınlırken bazı izan sahibi insanlarda böyle bir icraat yapılması şarttı diye Kuyucu Murad paşa'.dan beri Anadolu üzerinde yüksek düzeyde bir teftiş yapılmamış, başkentte meydana gelen gaileler Anadoluda bir nizam bırakmamıştı. Otoritenin tesisi uzun bir zaman almıştı.

İşte dördüncü Murad adalet eli uzun yıllar değmemiş Ana­dolu'ya bu Revan seferi münasebetiyle uzatabiliyordu. İdam­lar daha Kartal'a gelmeden başlamıştı. Padişah çıkardığı bir emirle İstanbul'da han odalarında surda burda bir tek sipahi ve yeniçeriyi kendisinden habersiz bırakmamalarını ferman etmişti. Galatah Çelebinin bir asker bıraktığını öğrenince he­men önünde diz çöktürüp boynunu vurdurdu. Her yerleşik bölgeden geçtikçe şikâyet edilenler dikkatle gözden geçirili­yor ve cezalar tertib olunuyordu. Bu arada kendisine yardım­cı olan Rûm Mehmed ve Köse Mehmed Ağa'lar bile ecel şer­betini içtiler. Hatta bunlardan Köse Mehmed Ağa idam olu­nurken padişahı nankörlükle itham etti. Fakat ne derece haklı idi? Eğer padişaha devletin kurtulması için yardım etmisse ki herhalde öyledir, bu zaten ordunun en yüksek ma­kamını işgal etmekte olan bir şahsın en tabii vazifesi değilmi idi sanki...

Tabanı Yassı Mehmed paşa seferin Bağdad üzerine olaca­ğını sanıyor ve bütün plânlarını ona göre hazırlıyordu. Kışı Haleb'de geçiren sadrazam, Şam valisi Küçük Ahmed pa-şa'ya büyük yardımlar yapmış oldu. Küçük Ahmed paşa, sadrazamın yanındaki sipahilerden istifade ederek Dürzî emiri Maanoğlu Fahreddin'in mağlub ve esir ederek kurduğu devlete de son vermişti. Bu Fahreddin Avrupa tarihlerinde bile kendinden bahsettiren bir serseriydi.

Emir Fahreddin esir edildiğinde padişahın yanına oğullan olduğu halde gönderildi. Sultan Murad kendisine ve çocukla­rına iltifat ettiyse de bir müddet sonra küçük oğlunu Enderun denilen saray okuluna vermiş Emir Fahreddini ve diğer oğlu Mesud'u katlettirmiş idi. Hicri 1044, Milâdi 1634.

İstanbul üzerine ilkbaharın o yeniden ortalığı zümrüt yeşili yapan mülayim havası kendini gösterince Sultan Murad'ın muhteşem çadırı Üsküdar'daki mutad yerine kurulunca yu­karıdaki satırlarda bahsettiğimiz gibi Revan'a sefer Anado­lu'ya ise nizam gitmeye başladı. Burada idam edilenlerin ad­larını tek tek yazsak sayfalar tutar ancak bir iki tane idam vardırki bunlara çok kısa da olsa temas etmek "gerekir. Hüs-rev paşayı idam eden Murtaza paşa, Demirkazık adiyle tanı­dığımız Halil paşa'nın serdarlığını ketmetmiş hanedan dama-xdı olması hasebiyle bu imkânı elde etmiş padişahdan aldığı fermanı Tabanı Yassı Mehmed paşaya göndermiş oda böyle /işbilir ve tecrübeli bir kahraman olan Halil paşa'nın affı için şefaat edeceği yerde hemen ferman mucibince hareket et­miş ve paşayı idam ettirmiş.

Yine Gürcü Mehmed paşa merhum ile Nogay Murtaza pa­şanın oğullan için idam fermanı çıkardıysada yakınları bu fermanı iptal ettirme imkânı buldular. Sultan Murad ordu ef­radı içinde o kadar beğenildiki çünkü onlarla beraber yürü­yor, onlarla beraber yemek yiyor hatta bazen çadırında değil üzerine örttüğü bir harmaniye ile toprak üzerinde uyuyordu. Bir ara arabada seyahat ederken yollarının önüne çıkan bir baykuş uğursuzluk alameti sayıldığından bir durgunluk oldu, yürüyüş aksadı. Padişah arabadan derhal atlayıp atına bindi­ği gibi baykuşu kovalamaya başlamış ve elindeki değnek ile kuşu yere serip görenlerin alkışlarına sahip oldu. Bir ara bir­likler arasında dolaşırken silahlı bir muhafızı kemerinden tut­tuğu gibi havaya kaldırarak bir müddet dolaştırmış herkes bu kuvvete hayran olmuştu. Yine yolda bir askere tüfek kur­şunu attırıp, o merminin menziline okla atış yapmış ve o me­safeye okunu düşürdüğü rivayet edilir. O kadar cesur bir in­sandaki o kadar yeniçeri ve sipahi zorbasını öldürtmesine rağmen hiç çekinmeden gerek tebdil kıyafet gerekse olduğu gibi aralarında dolaşır, tanıdığı bir zorba olduğunda hemen hükmünü icra ederdi.

Erzurum önlerinde sadrazamı ile buluştuğunda elindeki sancağişerifi hamil olarak teslime gelen sadrazamın yanına doğru bir kaç adım atarak sancağına olan saygısını göster­miş ve onu eline aldığında sadrazamın elini sıkmış ve belki de tekmillerde komutanların tekmil aldıklarının elini sıkmala­rı o günden bize güzel bir miras olarak kalmış olması kuvvet­le muhtemeldir.

Revanda müteveccihen yola çıkıldığında Kars, Üçkilise, Gökkünbet yolu ile Revan önüne varıldı. Sultan Murad yanın­da bir klavuzla en önüne varıldı. Sultan Murad yanında bir klavuzla en önde gidiyordu. Kalenin önüne gelinip top men­ziline girildiğinde klavuz durdu artık tehlike var gidemem de­di. Sultan Murad ise büyük bir hırsla bağırdı. «Korkak, ecel gelmeyince insana zarar gelebilirimi?» diyerek atını ileri sürdü. Kaleden toplar atıldı. Gülleler çok yakınına düştü bir kaç tanesi de başının üzerinden aştı. Sultan hiç fütur getirmeden yavaş yavaş Otağını kurmak üzere seçtiği tepeye çekildi. Mirgün Han'ın idaresindeki savunmada on gün kadar dayan-dilarsada çelik iradeli padişaha teslim olmaktan başka çare­leri kalmamıştı. Böylece Revan padişaha Revan Fatihliği un­vanını getirmiş oldu.

Mirgün oğluna Yusuf paşa adını vererek padişah vezirli­ğine kabul ettiğini bildirdi. İranlı askerlere ise silahlarını ala­rak kaleden çıkıp gitmelerine İzin verildi. Bu işlerde tecrübeli komutanlar, askerin öldürülmesini hiç değilse silahlarının ve­rilmemesini tavsiye ettilerse de Padişah ben verdiğim sözden dönmem diye red etti. Fakat bu askerler kaleden çıkarken geride kalan halka eziyet ve hayvanlarını sürmeğe başladılar. Padişah derhal Küçük Ahmed paşa'yı bunları takib ve tedip etmeye gönderdi. Ne varki oniki bin kişilik bu kuvvet Ahmed paşayı ricata mecbur etti. Revan kalesinin en büyük camiine Cuma namazı kılındı. Camiden çıkan padişah Kapıcılar kâh­yası Salih ağa ile Musahib Beşir Ağayı İstanbul'a zafer habe­rini ve şenlikler yapılmasını bildirmek için gönderirken Baya-zıd ve Süleyman Sultanların idamını da irade etmişti.

İstanbul halkı zaferin şenliklerini yaparken Bayazıd ve Sü­leyman sultanlar, anne ve baba bir ağabeylerinin ta Re-van'dan gönderdiği hatt-ı hümayun ile şehidlik makamına çıkıyorlardı. Sultan 1. Ahmed'in kardeşi sultan Mustafa'yı öl-dürtmeyip hatta taht'a vâris bırakması gibi mükemmel bir jvasiyetinden sonra bu şehzade idamına son verilmesi gere­kirdi. Sultan Genç Osman, Amcası Sultan Mustafa'yı öldürt-seydi belki de şehid edilmek şöyle dursun tahttan bile indiril­mezdi. Bu satırların yazarı şu ana kadar şehzade idamlarına karşı bir keresinde bile muhalif tavır takınmamıştır. Bu va­tanda ise Sultan Ahmed merhumun vasiyeti bir teamül haline getirilebilirdi. Yine de doğrusunu Allah (c.c.) bilir. Yalnuz şunu bir çok tarihçiler ve bilhasa Mizancı Murad Bey Sultan Bayezid'in öİdürülmeyip, sağ birakılsaydı genç yaşta vefat eden 4. Murad yerine tahta geçip, ağabeysinin yarım bıraktı­ğı İslahatı tamamlayacağını söylerken delil olarak da yeniçe­ri ve Sipahi isyanında haremden getirtip şehzadeleri gösteril­diğinde Bayazid Sultan asilere hitabede bulunmuş ve Padişa­hımızın sayesinde huzur içinde yaşıyoruz bizi niçin taciz edersiniz diyerek padişahın kendilerine iyi baktığını söyle­mekle ona yardım etme civanmertliğini delil almaktadır. Ne derece bu görüşte isabet vardır, meşkûktür.

Orduyu hümayun Revan'dan hereketle Tebriz önlerine ge­lip orayıda feth etti. Tebriz'e gelirken Dördüncü Murad'ın nehre düşen bir askeri sulara kendisini atarak kurtardığı bü­tün tarihlerde yazılıdır. Tebriz'e gelmeden evvel Curs kalesi denilen yer mukavemet ediyordu. Kale kapısı çok sert bir ağaçtan yapılmış, balta ve gürzlere metelik vermiyordu. Hz. Padişah bir tomruk getirtip, üç kişinin zor taşıdığı tomruğu tek başına kaldırıp, koçbaşı vurur gibi kale kapısına havale ettiğinde, kapı kırıldı ve asker kaleye girebildi.

Orduyu Hümayun Tebriz'e girdiğinde tarihler hicri 1045, miladi 1635 yılını gösteriyordu.

Hz. Padişah 1045 hicri, 1635 miladi yılı sonlarında İstan­bul'a avdet etti.
Top