Sadrıazamın Katli

Sadrıazamın Katli

Osmanlı başvezaretliği, bu günkü partileri pek andıran müessesedir. Bu makama gelen vezirler kendi ekipleriyle ge­lirlerdi başarıyı hep birlikte aralarında nimet külfet anlayışı içinde paylaşırlarken, başarısızlık ise veziriazamın iç kabine­si de denilen küçük nüvenin omuzlarına yük olarak binerdi. Bazen veziriazam'ın hesabı görülür, yâni hayat çizgisi sona erdirilir ondan sonra, iç kabinesi taşra görevlerinin mızılda-nacakları düşünülen yerlerine yapılırdı. Bu vazifeye gidişleri esnasındaki davranışları dikkatle takip edilir. Sessizce boyun eğip gittiği takdirde idaresi takibe alınarak ilk hatasındada sensin falan denerek, başı vücudundan ayrılırdı! Kimileri ise verilen tâyin emrine karşı temaruz eder, bir koruyucu araşti-rırsa da, umumiyetle bu çabası boşa gider, kendisine itibar iade ettirecek bir şefaatçi bulamazdı. Ancak bu arayışları da geçmiş hatalarına ilâve hatalar sayılarak kaydı görülürdü. Ama bütün bunların takipçisi olan padişahdan Önce, rakip ve gözü devirdiği veziriazamın makamına oturmak gayreti için­de olan vezirler bu yolun takipçileridir. Bir fıkra da denir ki en cesur ve aptal idareciler kimlerden çıkar? dediklerinde, ce­vap olarak Osmanlıda çıkar olmuştur. Nasıl? Diye soruldu­ğunda da, seleflerinin gövdesinden ayrılmış başlan yerde du­rurken, onlar mührü hümâyûnun kendilerine verilmesi için bekleşirler! Cevabı verilmiştir. İşte; Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'da, selefi vede kaimpederi olan Köprülü Mehmed Paşa ve kaimbiraderi Fâzıl Ahmed Paşa'nın yaptığı gibi padişahın yanında kendi muhaliflerini bırakmamak yolunu kullansaydı, arkasından padişah katında çevrilen fırıldaklara fırsat bırak­mamış olacaktı.

Anca aşırı güven, kibirinin kendine yaptığı oyunun, muha­lifleri Kızla/ağası Yusuf Ağa, Mirahur, yâni padişah ahırlarının büyük Ağası Boşnak San Süleyman Ağa hoşlanmadıkları /verzifonî'nin yerine gönüllerine yatan Kara ibrahim Paşa'yı koymuşlar ve ona yaklaşımları İbrahim Paşayı bu sadaret cezbesine çekmeye yetmişti. Kara İbrahim Paşaysa Merzî-fon'lunun, sadaret kaimakamliğını yapıyor ve kendi seçtiği bir görevli idi. Üstelik sadrıazamlar başkent dışına çıktıkla­rında, en kalitesiz, en beceriksizi yerlerine bırakırlardı, arka­sından bir dümen çevirmesin diye! Halbuki; böyle bırakılmış­ların yâni kendinden zekavetleri yetersizliğinden beklenme­yenleri, akıllı, uslu ve mert, vefakârların asla yapmayacağı entrikalara yakınlaşıyor ve emanete ihaneten vezirazamın manevi fors denizine yelken açıyordu.

Bunun böyle olmasında takdiri tecellinin rolünü de unut­madan ifade edelimki, Kara İbrahim Paşanın yukarıda geçen iki ağanın dolabına yakalanması Mustafa Paşalıların başına inecek felaketin başlama noktası oldu. Hiç şüphe yok ki; Ve­ziriazamın sadık adamları da yok değildi üstelik o damad'rla oisa büyük bir soy olan Köprülüzâde sayılabilirdi ve bunlara bağlı kimselerin, bu veziriazama kol kanat gerebilecekleri cezayı hafif atlatabilmesi için bir şefaat kanalı açabilirlerdi.

İşte bunlardan biri olan Kadıköylü Mehmed Ağa, kapı ket­hüdası olarak yâni bugünkü tâbirle genel sekreter makamın­da bir kimse olarak, veziriazama gönderdiği bir mektupda padişaha sunulacak hediyelerle kendisine durumun anlatıl­ması, telafinin mümkün olduğunun hatırlatılması tavsiyesi bizim yukarıda dokunduğumuz padişah katında, şefaat kapı­sının tıklatılması olarak âa mütalaa olunabilir.

Buna bağlı olarak, Mustafa Paşa, telhisçisini yâni bugünkü tâbirle başbakanlık sözcüsünü İstanbul'a gönderdi. Kara ib­rahim Paşa, telhisçinin İstanbul kapısına vardığını öğrendi­ğinde Kızlar Ağası ve şerikinin kendine vaad ettikleri sadaret koltuğuna oturmak için üzerine düşene kendini bezletti. İlk işi yanına koştuğu Kızlarağasına haberi verdi. Gmulur ki; ge­tirilen hediyeler padişahın sadrıazama muhabbetinin yenilen­mesine sebeb teşki! eder, Merzifonlu badireyi atlatır korkusu­na kaptırmıştı kendisini.. Kızlarağası gelmiş bulunan hediye­lerin padişaha takdimini geciktirmek yolunu bulduğundan İs­mail Ağa huzura çıktığında karşısında veziriazamın da aley­hinde yönlendirilmiş bir padişah olduğunun farkına varamadı taa ki padişah konuşmağa başlayana kadar..

Bazı tarihçilere göre İsmail Ağanın bu ziyareti başkent'te değil de, serhad şehri eski başkent Edirne'de vukubulduğunu kaydederler. Ancak işin bu noktada o kadar ehemmiyetli ol­madığını düşünebiliriz. Padişah, veziriazamın sözcüsüne sa­nırım kendinin haberdarı olduğu bazı vukuatı sorduğu peşin­den de gazabını ortaya seren hiddetli çıkışı, takriben şu söz­ler ile kendisini gösterdi. "Paşan da sen de yalancı bir alay melunlarsınız! Devletim yıkıp, ırzımı payima! edip askerimi kırdırıp, nice namlı Paşalarımın şehadetini, topraklarımın, kalelerimin düşman eline geçmesine de sebeb oldunuz! Alın bu adamı!" Emrini verdikten sonra; hışımla Harem'e çekildi­ği, târih sayfalarında yer almaktadır.
Top