TarihSayfası tarihsayfasi.com



warning: Creating default object from empty value in /home/icom/domains/ihya.com/public_html/tarih/modules/taxonomy/taxonomy.pages.inc on line 33.

Osmanlı Tarihi

Yıldız Mahkemesi kararları şöyle tecelli etti: Rüşdü, Mid­hat, Nuri, Mahmud Paşa'larteı, Şeyhülislâm Hayrullah Efendi, kazanmış oldukları bütün rütbe ve nişanların alınması, dâ-f^ad olan paşaların sultan hanımlardan ayrılıp, damad sıfat­larının kaldırılması, bunların idamına bahçevanlıkla görev­lendirilen üç pehlivan ile iki mabeynci ve binbaşı Necip ey'inde idama, Seyyid Bey ile Miralay İzzet Bey'in on yıl hapse mahkûm edilmeleri istikametinde hüküm verildi.

Yılmaz Öztuna Bey'in adı geçen eserinde 176. sn. de, şun­ları kaydetmektedir: ".Temyiz ve fetvahane bu kararlan ayrı ayrı tasdik ettikten sonra, son tasdik hükümdarın iradesine sunuldu.

Midhat Paşa yukarıda izah ettiğimiz gibi, gece yarısı sara­ya çağrılıp, Izzeddin vapuruna bindirilip, avrupaya menfaya gönderildiğinde 20 ay kadar gurbet-i vatan çekti. Ancak hiç başına gelenden mütenebbih olmamış, dilin kemiği olmadı­ğından ileri-geri konuşuyor vede ne konuştuysa ilaveleriyle birlikte Sultan Hamid'e duyuruluyordu. Kontrolsuz bir şekilde ecnebi diyarlarda hangi hataları icra edeceği meçhul bir Mid-hat Paşa yerine, affa nail olmuş ve valilik görevinde bir yerde istihdamının daha iyi olacağını düşünen padişah tarafından geri dönüş alt yapısı hazırlandı ve 4/Ağustos/1880 târihinde ülkenin önemi büyük bir vilâyeti olan Aydtn'a tâyin ediliyor­du. Bu vilâyet o zaman İzmİrde dâhil Ege Bölgesinin tama­mını içinde bulunduruyordu. Midhat Paşa; buradaki valiliği­nin 9. Ayının 12. günü, yâni 16/Mayıs/Î881'de tevkif emriy­le karşılaştı. Sultan Abdülaziz'in şehadeti üzerine açılan tah­kikatta ifadesi alınmak gerekçesiyle. Bu tevkif emri için Mid­hat Paşa'nın yaptığı uzakta olan İngiliz elçiliğine gidemyece-ğini anladığından hemen yakınındaki Fransa konsolosluğuna kapağı atmak oldu. Bu sığınma talebi idi ki, sadaret de bu­lunmuş bir kimse için yapılacak işlerden değildi.

Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa; Sultan Aziz davası mahke­mesi hakkında Said Paşa'nın ortaya saçtıklarına şöyle cevap vermekte: "..Mahkemenin bitiminden sonra temyiz ceza dâiresinin, adliye nezaretinden tezkere ile babıâtî'ye gön­derdiği ilâm evrakının, meclis-i vükelâya havalesi ve işin gayet ehemmiyetli olması hasebiyle iyice tetkik olunup, bakılması riyasetten ifade olundu. Yapılacak icraatın üze­rinde nafıa nâzın Hasan Fehmi Efendi, görüşünü beyan esnasında gazetelerde bazı şeyler görülmekte olup, bu meselede düşünülecek cihet var ise, avrupa tarafında kö­tü bir te'sir meydana getirip getirmeyeceği bilinmesi icâb ettiği bunu da hariciye nezaretinin belirtmesine bağlı ol-duğunu zikretti. Hariciye nâzın Asım Paşada, sefirteri-miz tarafından bu hususda herhangi bir iş'ar oukubulmadığt, yalnız ingiliz Parlamentosunda mevzubahs edildiğini, Londra b. elçimiz Muzurus Paşa tarafından bil dirİlnıiştir. Dediğinde; Said Paşa böyle siyasi olaylarda şimdiden ke­şif yapılamayacağını söylemekle mukabele etmişti. Muzu-

Paşanın telgrafı her nedense meclis de ortaya çıkan-lıp okunmamıştır."

Saray'da yemiş olduğumuz yemekden sonra bahçenin bir köşesinde bulunan küçük bir köşke götürüldük. Sul­tan Abdülhamid hân hz. leri de oradaydı. Emir ve işaretle­ri üzerine oturduk. Padişah; Sultan Aziz hadisesinden ba­his açarak hemen yanında bulunan ağzı mühürlü bir boh­çayı açıp içerisinden çıkarılan kanlı elbiseleri bize göster­di. Daha sonra çıkardıklarını aynı torbaya doldurup ağzı­nı da kendi mührüyle bana mühürlettirrnişdi. Kaatiller hakkında hep birlikte lanetler yağdırdıktan sonra elem ve kederle dolu olarak vak'aya dâir biraz daha konuşmamız­dan sonra zât-ı şahanenin müsadei seniyyeleri üzerine sadan ayrıldık. Daha sonra anlaşıldıki Said ve Mahmud dim paşalar bu kanlı çamaşırlar ve saray' in içindeki ri "süncelerden olsun, dışarıdaki efkârdan olsun haberdar-mis/ar. Esas olan kanlı elbiseyi göstermekle gerek Asım Paşa7yi gerekse beni cinayetin sıhhatine kanaat getirme hususunda güçlendirmekmiş." Yine; Ressam Naciye Ney-Val hanımın: "Mutlakiyet Meşrutiyet ve Cumhuriyet Anılarım" adlı hatıratını Fatma Rezan Hürmen hanımefendinin nefis bir İstanbu!

27/Haziran/1881'de Sultan Abdülaziz'in önce hâl edilme­sinden, bilahare intiharını? Cinayetmi? Meçhulünü bir hail ü fasl eylemeye kalkan 2. Abdülhamid Hân, Şeyhülislâmlar­dan Minkârizâdelerîn torunlarından bulunan Surûri Efendi daha sonrada hem paşa hemde vezirliğe tâyin olunan zât, Yıldız Mah kemesi riyasetine getirilmiş, heyet teşkil olunmuş­tur. Sanıklar eski padişah 5. Murad, validesi Şevkefza Kadı-nefendi, Arz-ı Niyaz Kalfa, eski sadrıazamlardan Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa, Midhat Paşa, 2. Abdülhamid' in kızkarleri ile eV'' dâmadlardan Müşir Mahmud Celâleddin ve Müşir Nuri Paşalarla, sabık şeyhülislâm Hayrullah Efendi, Sultan Abdülaziz'in 2.

1881 yılmının önemli hadiselerinden birini Sultan Abdüİa-iz'in katil hadisesini tahkik ve son karan vermek için yapı­lan ve adına Yıldız Mahkemesi denilen hukukî bir olay teşkil ederken, aynı yılın yâni 1881 senesinin diğer bir mühim ha­disesini de dış borçların ödenmesi için kurulan ve adına Dü-vûn-ı umûmiye denilen kuruluşun teşkil edilmesidir. Düyun kelimesinin karşılığı lugatde borç mânasına gelir. Umûmî ke­limesini peşine koydunuzmu, bütün borçlar şeklini alır. 1878 harbi sonrasında masraflar daha önceki, yâni Sultan Abdül-mecidle Sultan Abdülaziz döneminin borçlanmalarına inzi­mam edince bahse konu 1881 senesinde, borçların faiz, fa­izin faizi ile birlikte 252 milyon Osmanlı altunu seviyesini çıktığı görülmüştür. T. Yılmaz Oztuna Bey, 1978'de basımını yapmış olduğu değerli eserin 7. cildinde 173. sahifede bahse miktarı o günlerin rayiç Tl. sına tahvil etmiş ve takriben, 31 5 milyar'a tekabül ettiğini işaret etmiştir. Bizde, 2002 yılının Eylül ayı itibariyle, yaptığımız hesapda bu kadar altunun Tl. sıyla 32 katrilyon, 760 trilyon tutmakta olduğunu tesbit ettik.

Biz Osmanlılar eski ve büyük bir medeniyetin sahibi oldu­ğumuzu unutmamalıyız ve Avrupa medeniyeti ile gözümüz kamaşmamalıdır. Mimari eserlerimiz, iki binden fazla şâir yetiştirmiş olmamız da bunu ispat eder. Bunlardan Fazlı, Lâmiî, Baki gibi şâirlerimizin eserlerinde fevkalade bir gü­zellik ve tam mükemmeliyet vardır. Daha sonra Galib, Per­tev, Kemâl, Abdülhak Hâmid gibi şâirlerimizi sayabiliriz. (.) Hereke'deki hah fabrikamızda ve diğer endüstri sanatları­mızda yabancıları taklit etmekten kaçınmalıyız. Sa'nat ve edebiyatımızı kendi toprağımıza ait mevzular, kendi milleti­mize has esaslar üzerinde inşa etmeliyiz. (.) Gençlerimizde memur, asker veya ulemadan olmayı tasarlıyorlar; neden hiç bir Osmanlı, büyük bir tüccar, mahir bir zenaatkâr veya bir fen adamı olmayj düşünmüyor? Ben de marangozluk san'atı ile meşgul olduğumdan halka iyi bir numune sayılı­rım. (.) Bir gün; şerefime bestelemiş oldukları üç marşı al­dım. Bu bir gün için epey fazladır. Muhtelif milletlerden olan ve şahsıma eserlerini ithaf eden bestekârların sayısı, şimdi­ye kadar ikibini bulmuştur. Bu insanları nasıl mükafatlandır-malı?

Ben tahta çıktığımdanberi, ilk mekteplerin sayısı on mis­line çıkmıştır (20bİn mektep). Bu adet maalesef hâla azdır ve halka kâfi gelmemektedir. Liselerimizin seviyesi gayet yüksektir. Mükemmel oldukları herkes tarafından kabul edi­lir. Ancak daha fazla lise kurmamak bunların yerine mühen­dis, mimar gibi fen adamları yetiştiren müesseselere talebe hazırlıyacak rüştiyeler açmak daha yerinde olur.

Memleketimizde kâfi derecede asker ve memur vardır. Ulemamızın ifrat derecede muhafazakâr olmasından dolayı-da, yüksek mekteplerimizi modern hâle getirmek çok güç­tür. Kahire'deki El Ezher ilahiyat fakültesinin, talebelerimizi Çekmesinin yegâne sebebide zamanın icablarına uymanın elzem olduğunu anlamış ol- malanndandır. İstanbul Dârül-funun'unu Kahire'dekinin dûnunda(alçağında) kalmıya mah­kûmdur.

"..Avrupa halkını aleyhimize düşünmeğe sevk eden sofu papazlardır. Haçlı seferleri zamanında hristiyan güruhun memleketimizde yaptıkları mezalimi unuttur- mak, Örtbas edebilmek için, her türlü iftirayı mubah görmüşlerdir. M.Kudüs'deki mukaddes topraklar için her iki tarafında kan dökmesinin önüne geçilebilirdi. Nitekim hristiyan hacı­ların Kudüsü'ü ziyaret etmelerine her zaman müsaade et-medikmi?. (.) Etrafı müslümanlarla çevrili olan bu şehri ne­den hristiyanlara terk edelim? (.) İsteyen istediğini söyle­sin, fakat mukaddes toprakların sahibi olmak hakkı her za­man bizim olmuştur ve öyle kalacaktır.

"Hayatımı, bana sadık olanların uyanıklığına borçluyum. Başımdan geçenler, asabı en kuvvetli insanı dahi sarsmaya kâfidir. Bütün bu tecrübelerden sonra ihtiyat lı olmama, şaşmamak lâzım. Bir çok insanların bu sinirli hâlimden fay­dalanmağa çalıştıklarını, hafiyelerin, jurnalcilerin alçak na­mussuz insanlar olduklarını, dini mizinde, müzevirleri tel'in ettiğini gayetiyi biliyorum. Fakat geniş bir haber alma teşki­lâtı kurmamış olsaydım, etrafımı saran tehlikelere karşı kendimi korumam kabil olamazdı.

Son yorumlar