ÜÇÜNCÜ ASIRDA RİCAL ÇALIŞMALARI

ÜÇÜNCÜ ASIRDA RİCAL ÇALIŞMALARI

Hadîs ilimlerinin mühim bir dalı olan Cerh ve Ta´dîl sâhasında da en kıymetli eserlerin üçüncü asırda verildiği söylenebilir. Ancak bu branşta da ilk tohumlar Ashab zamanında atılmıştır. Daha önce açıklandığı üzere Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (radıyallahu anhüma)´in bir hadîsi yeni işittikleri vakit itminan bulmamaları hâlinde şâhit istemişlerdi.

Bu hal Hz. Osman (radıyallahu anh)´ın şehit edilmesinden sonra kızışan fitne hareketleriyle daha da ciddiyet kazandı. Nitekim Zehebî´nin İbnu Sirîn´den kaydettiğine göre şu açıklamayı yapmıştır: "Müslümanlar başlangıçta isnad sormuyorlardı. Ne vakit fitne patlak verdi artık, kim ehli sünnet, kim ehl-i bid´at araştırıldı ve sâdece ehl-i sünnet´ten hadîs alındı, ehl-i bid´at´ın rivâyeti terkedildi". Sahâbi´den İbnu Abbâs (v. 68/687), Ubâdetu´bnu´s-Sâmit (v. 34/654), Enes İbnu Mâlik (93/711), Hz. Aişe (58/677), Tabiîn´den eş-Şa´bî ( 100/718), İbnu Sîrîn (110/728), Saîd İbnu Müseyyib (90/708) gibi hadîs ilminde mühim yeri olan kimseler cerh ve ta´dile giren beyanlarda bulunmuşlardır. Ancak bu beyanlar mahduddur. Çünkü onların zamanlarında buna fazla gerek ve ihtiyaç yoktu. Birinci asırda, nâdir istisnâlar dışında herkes sıdk sâhibi idi. Bu zevatın hadîs aldıkları kimseler arasında zayıf olanlar pek azdı. Zira onlar çoğunlukla sahâbedir ve Ashâbın hepsi udüldür.

Ancak ikinci asrın başları Tâbiîn´in orta tabakasını (evsat) teşkîl eder ve zayıf kimseler bunlar arasında çoktur. Çoğunluk itibâriyle zaaf da hadîsin zabt ve tahammül cihetinden gelmektedir. Bunlar rivâyetleri çokça irsal ediyorlar, mevkufları merfu gösteriyorlardı. Bir başka ifâde ile, kendilerine rivayet etmiş bulunan Sahâbi (radıyallahu anh)´nin ismini zikretmeden herhangi bir sünneti veya hadîsi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e isnad ediveriyorlardı. İkinci asrın ortalarından sonra, siyasî, itikadî ve mezhebî ihtilâflar arttı ve kızıştı. Temaslar ve tercümeler sebebiyle yabancı kültürler de müslümanlar arasında yayıldı. Bütün bunlar kizbe tevessül edenleri çoğalttı.

İlk imamlar ister istemez cerh ve ta´dîl meselesine girdiler. Şu´be, İmâm Mâlik, Ma´mer İbnu Râşid, Hişâm ed-Destevâî, İbnu´l-Mubârek, Hüşeym, İbnu Uyeyne, Yahya İbnu Saîd el-Kattan ve talebeleri (Ali İbnu´l-Medînî, Yahya İbnu Ma´în gibi) cerh ve ta´dîl işini sistematik hale getirdiler. Yahya İbnu Saîd el-Kattân´la (v. 198/813) başlayan cerh ve ta´dîl te´lifatı onun talebeleri ile gelişerek talebelerinin talebeleri durumundaki Ahmed İbnu Hanbel, Buhârî, Müslim, Ebu Zür´a, Ebu Hâtim ve bunların talebeleri olan Tirmizî, Nesâî gibi üçüncü asrın sonunu temsil eden muhaddislerde kemâle erecektir.

Şunu bir prensip olarak kabul edebiliriz: Ricalu´l-hadîs ilmi, rivâyetu´l-hadîs ilmiyle at başı gitmiştir. Rivayetu´l-hadîsin başladığı asırda rical ilmi de başlamıştır. Bu iki ilmi birbirinden ayrı mutâlaa etmek mümkün değildir. Nitekim rivâyetle ilgili muhalled (klasik) eserlerin verildiği üçüncü asırda rical üzerine de muhalled eserler verilmiştir. Daha mühimi, her iki nev´e giren eserleri de aynı şahıslar vermiştir: Sözgelimi Ahmed İbnu Hanbel´in, Buhârî´nin, Müslim´in, Nesâî´nin, Tirmizî´nin, İbnu Mâce´nin, Dârakutnî´nin vs. nin behemahal rical üzerine de eserleri vardır. Sözgelimi, Buhârî Sahîh´i kadar da Târîhleriyle hadîs ilmine hizmet etmiştir ve etmektedir. Bu durum, müteakip asırlarda da devam edecek sözgelimi şerh, fetva, mevâiz gibi öncelikle hadîslerin metnine müteallik eserler verenler, ricalle ilgili eserler vermekten de geri kalmıyacaklardır. Nevevî, Suyûtî, İbnu Hacer el-Askalânî gibi şârihler bunun en güzel örneğini verirler. Hepsinin hem pek çok Şerhleri, hem de ricâle müteallik te´lîfleri vardır"[235].

Böylece müteahhir ulema kendilerinden öncekilerin bu babta söylediklerini olduğu gibi kabul edip geçmemiş, bir de, şahsen teker teker tahkîk etmiş oluyor. Nitekim Zehebî, râviler hakkında selef ulemâsının söylediklerini iyice öğrendikten sonra, arkadan gelenlerce bir kısım râvîler hakkında ifrata kaçan "ta´n"ları reddetmiş, bazılarınca zayıf addedilen râvilerin sika olduğunu söyleyebilmiştir. Mizânu´l-İ´tidâl´in mukkaddime kısmında bu hususu belirtir. Bu durum bize muahhar ulemanın, kendilerinden asırlarca önce yaşamış olan hadîs râvilerini cerh ve ta´dil yönleriyle iyice tedkîk ettiğini gösterir.[236]

Üçüncü Asırda Yetişmiş Rical Çalışması Ağır Basan Bazı Şahsiyetler:

İslâm medeniyetinin her yönüyle parlak asrı olan üçüncü asırda Kütüb-i Sitte müelliflerinden başka her sâhada yetişmiş nice büyük şahsiyetler ve verilmiş kıymetli eserler vardır. Biz yine hadîsle ilgili, fakat daha ziyâde ricâle müteallik birkaç isimden bahsedeceğiz.[237]

1- Ebu Hatim Er-Razî:

Muhammed İbnu İdrîs İbni´l-Münzir el-Hanzelî, er-Râzî (195-277 hicrî, 81l-890 milâdi). Hadiste imam ve hâfızdır. Daha çok cerh ve ta´dîl sâhasında tanınmış ise de isnâd kadar metni de tanımakta ün yapmıştır. Rey´de doğdu. On dört yaşında ilim talebine ve hadîs yazmaya başladı. Bu maksadla pek çok seyâhatler yaptı. Horasan, Hicâz, Yemen, Irak, Suriye, Mısır ve Rum diyarlarını dolaştı. Seyahatler esnasında topladığı rivayetleri yazdı. Tanıdığı binlerce râvi hakkında cerh ve ta´dîl´de bulundu. Hadîslerin sahîh ve illetli olanlarını beyan etti. Değme muhaddisin söz sâhibi olamadığı ilelü´l-hadîs´te otorite olması onun hadîs ilmindeki yerini göstermeye kâfidir.

Ebu Hâtim, hadîsteki engin ilmini, doymak bilmeyen ilim aşkıyla elde etmiştir. Ondaki aşk, çoğu kere yayan olmak üzere, yukarıda zikrettiğimiz belde isimlerinden de anlaşılacağı üzere İslâm âleminin mühim ilim merkezlerini birer birer dolaşıp oralardaki âlimlerle görüşüp, dağınık halde bulunan ilmi nefsinde cemetmeye, eserler hâlinde te´lif etmeye ve sonra da diğer tâliblere topluca vermeye sevketmiştir.

Terâcüm kitapları, İslâm medeniyetinin diğer ilk mîmarlarının hayatında olduğu gibi Ebu Hâtim´in hayatını anlatırken de ilim talebi yolunda çekmiş olduğu zahmetlerle ilgili birçok menkabeler kaydederler, ibret dolu bir iki tanesini kaydedelim. Rivâyetler, seyahate başladığı ilk yılda, Ebû Hâtim´in bin fersahtan fazla mesâfeyi yaya olarak katettiğini, Bahreyn´den Mısır´a; Mısır´dan Remle´ye; Remle´den Tarsus´a hep yaya gittiğini, Tarsus´a geldiği esnâda 20 yaşında bulunduğunu, bu ilk seyahatinin onu tam yedi yıl gurbette tuttuğunu belirtir.

O devrin şartları icâbı bu seyahatler meşakkat ve tehlikelerle doludur. Nitekim Ebu Hâtim´in yollarda günlerce aç kalıp çok ciddi ölüm tehlikeleri atlattığını görmekteyiz. 214 yılında bir yıl kalmak üzere Basra´ya gider. Ancak orada sekiz aydan fazla kalamaz. Zira, maddî imkânları sekiz ay sonunda tükenir. Üzerinde giymekte olduğu elbiseleri parça parça satarak bir müddet daha kalmaya çalışır, ancak çok geçmeden satacak parçası da kalmaz ve üzülerek ayrılır.

Ebu Hâtim´in ilim aşkını ve bu aşkın ona kazandırdığı ilmin genişliğini göstermek için kaydedilen menkıbelerden birine göre, duymadığı bir rivayet varsa bunu öğrenip yazmak maksadıyla, bir gün, Ebu´l-Velîd et-Tayâlesî´nin cemaatinde -ki içerisinde Ebu Zür´a da mevcuttur- şöyle ilan eder: "Kim bana bilmediğim sahîh bir hadîs rivayet ederse, her bir rivâyet için bir dirhem ödeyeceğim". Fakat kimse onun bilmediği bir rivayette bulunamaz.

Ebu Hâtim´den hadîs alanlar arasında Ebu Dâvud, Buhârî, Nesâî, Ebu Avâne, İbnu Mâce gibi meşhurlar da mevcuttur.

Ebu Hâtim´in eserleri:

1- Tefsiru´l-Kur´an,

2- El-Câmi fi´l-Fıkh,

3- Ez-Zîne,

4- Tabakâtu´t-Tâbiîn. [238]

2- Ali İbnu´l-Medînî:

Ebu´l-Hasan Ali İbnu Abdillah İbni Câfer İbni Necîh es-Sa´dî el-Medînî 16l-234 yılları arasında yaşamıştır. Hadîs ilminin köşe taşlarından biridir. 200´den fazla te´lifi olduğu söylenir. Babası, Hammâd İbnu Zeyd, Abdurrezzâk, Ma´n İbnu Îsâ, Huşeym, İbnu Uyeyne ve bunların muasırlarından hadîs dinlemiştir. Kendisinden Zühlî, Buhârî, Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbnu Mâce, İsmâil el-Kâdı Ebu Ya´la el-Bagavî Ahmed İbnu Hanbel, Osman İbnu Ebî Şeybe ve başka pek çok imamlar hadîs dinlemiştir. İslâm âlimleri onun ilminin genişliğini ve hadîs ilminde tuttuğu makamın yüceliğini beyan hususunda ittifak ederler. Ebu Hâtim: "İbnu´l-Medînî, hadîs ve ilel´de diğer alimlerden ileri idi. Ahmed İbnu Hanbel´in onu bir kere ismiyle andığını işitmedim, ona olan saygısı sebebiyle hep künyesi ile zikrederdi" demiştir. Ebu Davud, ilel´i bilmekte İbnu´l-Medînî´nin Ahmed İbnu Hanbel´den ileri olduğunu söylemiştir. İbnu Uyeyne: "Ali İbnu´l-Medînî´yi fazla sevgimden dolayı beni ayıplıyorlar. Allah´a yemin olsun, ben onun benden öğrendiğinin daha fazlasını ben ondan öğrendim" der. Yahyâ´l-Kattân da, Ali İbnu´l-Medînî´den öğrendiğinin ona öğrettiğinden çokluğunu ifade etmiştir. Nesâî: "Ali İbnu´l-Medîni sırf bu ilim için yaratılmış biri" diye överken, Buhârî de: "Ben kendimi Ali İbnul-Medînî´den başka kimsenin yanında küçük hissetmedim" diye tebcîl ve takdirde bulunmuştur. Buhârî, ondan 303 hadîs tahric eder. Ebu Kudâme es-Serahsî -der ki: Ali İbnu´l-Medînî´yi dinledim, şöyle bir rüya gördüğünü anlattı: "Gökten Süreyya yıldızı sarkmıştı, ben ona yapıştım". Ebu Kudâme ilâve eder: "Allah onun bu rüyasını sâdık bir rüya kıldı. Zira o, hadîste, hiç kimseye nasib olmayan bir dereceye ulaşmıştır". Bunu te´yîd eden bir rivâyet, Ali İbnu´l-Medînî Bağdad´a geldiği zaman teşkil edilen ilim halkasına oranın iki büyük hadîsçisi Ahmed İbnu Hanbel ve Yahya İbnu Ma´în başta bütün ulemanın hazır bulunduğunu, yapılan müzâkerelerde Ahmed İbnu Hanbel ile Yahya İbnu Ma´în´in ihtilafa düştükleri yerlerde Ali İbnu´l-Medinî´nin konuştuğunu belirtir. Bir diğer rivayete göre, Buhârî´ye ne arzuladığı sorulur. Cevaben: "Irak´a gitmek, orada Ali İbnu´l-Medînî´yi sağ olarak bulmak ve hadîs meclisine katılmak" der.

İbnu Hibban, es-Sikât´da Ali İbnu´l-Medînî´den bahsederken: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hadîslerindeki ileli bilmede asrının en bilgini idi. ilim için seyahatler yaptı, hadîs topladı, yazdı, te´lifâtta bulundu, müzâkere meclisleri kurdu" diyerek ilmî şahsîyetinin zenginlik ve çok yönlülüğüne dikkat çeker.

Ali İbnu´l-Medîni, halku´l-Kur´an meselesinin kızıştığı bir dönemde yaşamıştır. Umerânın baskısına, Ahmed İbnu Hanbel gibi tahammül gösterememiştir. Bu sebeple kendisini cerhedenler olmuş ve hatta Ebu Zür´a gibi bazıları kendisinden rivâyeti terketmiştir. Ancak, yine kaynaklarımızın belirttiği üzere, korku sebebiyle eğildiğini belirten Ali İbnu´l-Medînî halku´l-Kur´an meselesinden rücu etmiş ve Kur´an´a mahlûk demenin küfür olduğunu söylemiştir.

Ali İbnu´l-Medînî´nin son derece müttakî bir zât olduğu ayrıca belirtilir. [239]

3- Yahya İbnu Ma´în:

Yahya İbnu Ma´in İbni Avn İbni Ziyâd İbni Bistâm el-Mürrî, 158-233 yılları arasında yaşamıştır. Cerh ve ta´dîl imamıdır.

Abdullah İbnu´l-Mübârek, Hafs İbnu Gıyâs, Cerîr İbnu Abdilhamîd, Abdurrezzâk, İbnu Uyeyne, Vekî´, Gunder vs. pek çoklarından hadîs rivayet etmiştir.

Kendisinden Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud başta pek çokları hadîs almıştır.

Yahya´nın babası Ma´în´den bir milyon elli bin dirhem para tevârüs ettiğini, bu paranın tamamını hadîs tahsîli yolunda harcadığını belirtir.

Yahya İbnu Ma´în çok hadîs yazardı. Kendisi: "Bir hadîsi elli kere yazmazsak onu anlamış sayılmayız" demiştir. Bir başka rivâyette: Bir hadîsi otuz farklı vecihten yazmayınca onu anlayamayız" demiştir. Elleriyle bir milyon aded hadîs yazdığını kendisi beyan eder. İbnu´l-Medînî: "Hz. Adem (aleyhisselam)´den bu yana Yahya kadar hadîs yazan olmadı" sözüyle onun yazıdaki derecesini belirtir. Muhammed İbnu Nasr et-Taberî´nin açıklamasına göre, Yahya İbnu Ma´în, hadîslerin tamamını yazmış ve kizb olanları da karıştırmamıştır: "İbnu Ma´în´in yanına girmiştim yığın yığın defterler gördüm. Eliyle işâret ederek şöyle diyordu: "Şurada bulunmayan her hadîs kizbtir". Ahmed İbnu Hanbel de: "İbnu Ma´în´in bilmediği her hadîs kizbtir" demiştir.

Öldüğü zaman otuz koli (Kımtar) ve yirmi dağarcık (Cibb) kitap bıraktığı belirtilir. Ali İbnu´l-Medînî, hadîs ilminin Yahya İbnu Ma´în´de cemolup nihaî zirvesine ulaştığını söylemiştir. Hadîste şöhret yapan diğer birçoklarına, nazaran Yahya İbnu Ma´în´in rical bilgisinde ve dolayısıyla hadîsin sakîm ve sahîh olanlarını bilmede hepsine tefevvuk ettiği belirtilir. Yani "Ebu Bekr İbnu Ebî Şeybe teker teker hadîs rivâyetinde, Ahmed İbnu Hanbel hadîsle ilgili fıkıhta, Ali İbnu´l-Medini hadîsi bilmede, Yahya İbnu Ma´în ise hadîsi yazmada ve sahîh ve sakîmini bilmede rakipsizdir". Amr en-Nakıd: "Ashâbımız arasında isnâdları Yahya İbnu Ma´în kadar iyi bilen birisi mevcut değildir. Kimse ona herhangi bir senedi kalbedip onu yanıltamazdı". Iclî, imtihan için kalbedilip getirilen hadîsleri normal düzenine hemen soktuğunu ve hiçbir zamanda bu işte yanılgıya düşmediğini belirtir.

Yahya İbnu Ma´în de halku´l-Kur´an meselesinde yara alanlardandır. Bu hususta imtihana çekilip de icâbet edenlerden Ahmed İbnu Hanbel, hadîs rivayet etmemiştir. Yahya İbnu Ma´în de bunlar arasında yer alır.

Ancak bu mesele dışında, Yahya İbnu Ma´în, hayatını ve servetini Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sünnetine hizmet, ve sünet´e kizb karışmasını önlemede sarfetmiştir. Hatibu´l-Bağdâdî onun hakkında: "İmam, rabbanî, âlim, hâfız, sebt (titiz, muhakkik) mutkin (eksiksiz) bir âlimdi" diye tarif eder. İbnu Hibban da onu "Din ve fazîlet sahibiydi. Sünneti cemetme yolunda dünyayı reddedenlerdendi. Sünnete hizmeti çoktur. Onu cemetti, ezberledi ve rivâyetlerine itimâd edilip uyulan bir bayrak, (ihtilafa düşülen) âsârda kendisine müracaat edilen bir imâm oldu" diye tavsif eder.

Allah rahmetini bol kılsın. [240]

4- Fesevî:

Ebu Yusuf Ya´kub İbnu Süfyân İbni Cevvân el-Fârisî (19l-277 hicrî, 808-890 milâdî). İrân´ın Fesâ şehrinde doğduğu için Fesevî nisbetini almıştır. Hâfız, İmâm, Hüccet, Muhaddis, Müerrih ve Rahhâl (seyyâh) vasıflarıyla muttasıftır. İlim talebi yolunda Şark ve Garb´a seyahatler yapmış, 30 yıl kadar gurbette kalmıştır. Bu uzun seyahatler kendisine çok sayıda âlimle karşılaşıp onlardan ilim alma imkânı tanımıştır. Bizzat kendisi: "Hepsi sika (güvenilir) olan 1000 kadar şeyh´in meclisinde hazır bulundum ve rivâyetlerini dinledim" der.

Hadîs ilminin ana direklerinden (erkân) biri sayılmış olan Fesevî, verâ ve takvâsıyla da ün yapmıştır. Sünnete son derece bağlı kalmıştır. Şiîliğe meylettiğine dâir bazı kayıtlara rastlanır ise de Zehebî ve diğer muhakkiklerbu iddiayı reddederler.

Kendisinden hadîs alanlar meyanında Tirmizî, Nesâî, İbnu Huzeyme, Ebu Avâne, İbnu Ebî Hâtim, Muhammed İbnu İshâk es-Sağânî gibi meşhurlar da vardır. Ebu Zür´a ed-Dımeşkî, Fesevî´den bahsederken: "Bize büyüklerden Ya´kub İbnu Süfyân uğradı. ´Irak ehli artık onun gibi birisini bir daha göremez´ dedi" der.

Kendisinden yapılan rivâyetlerden, seyahatleri sırasında pek çok sıkıntılarla karşılaştığı anlaşılmaktadır. Bunlardan birinde, gündüzleri ders halkalarına giderek notlar aldığını, geceleri de bunları temize çekip istinsâh ettiğini belirtir. Nafaka yönünden sıkıntıya düştüğü bir kış gecesinde, mum ışığında istinsah yaparken gözüne su iner ve artık göremez olur. Hem maddî sıkıntı, hem gurbet fırkati, hem de artık uğruna hayatını adadığı ilmî meşguliyetten ebediyyen mahrûm kalma düşüncesinin verdiği elem ve ızdapla ağlar ağlar. Bu halde uyuyakalır. Rüyasında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı görür. Kendisine "Ey Ya´kub niye ağladın, söyle bakalım!" der."

- Ey Allah´ın Resulü, gözlerimi kaybettim, artık ilimle meşgul olamayacağım, bunun için ağladım" cevâbını verir. "Bana yaklaş" diyen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir şeyler okuyarak Fesevî´nin gözlerini şefkat ve şifa dolu elleriyle sıvazlar.

Uyanınca gözlerine tekrar kavuştuğunu gören Fesevî, oturup yazma ve istinsah işlerine ara vermeden devam eder.

Kendisini, böylesine ilme vermiş olan Fesevî´yi ölümden sonra rüyasında gören Abdân İbnu Muhammed el-Mervezî: "Allah sana nasıl muâmele etti?" diye sorar. Aldığı cevap şudur: "Günahlarımı affetti ve aynen yeryüzünde rivâyet ettiğim gibi semâda da rivâyet etmemi emretti".

Fesevî te´lif ettiği et-Târîhu´l-Kebîr ve el-Meşyehât´ı ile meşhurdur. El-Meşyehât´da kendilerinden hadîs dinlediği şeyhleri memleketlerine göre tanzîm ve tertîb ederek tanıtır.[241]

5- İbnu Ebî Hatîm:

İbnu Ebî Hatîm diye meşhur olan zat Ebu Muhammed Abdurrahmân İbnu´l-Hâfız el-Kebîr Ebî Hatîm Muhammed İbni´l-İdrîs İbn´l-Münzir et-Temîmî el-Hanzali er-Râzî´dir. 240-327 yılları arasında yaşamıştır. Horasan dışında pek çok yerlere seyahatler ederek devrinin âlimlerini dinlemiştir. Ebu Ya´la el-Halîli, babası Ebu Hâtim ile Ebu Zür´a´nın ilmini aldığını belirtir. Her çeşit ilimlerde ve bilhassa ricâl ilminde bir derya olduğu belirtilir. Fıkıh, Sahâbe ve Tâbiîn´in ihtilafları üzerine eserler te´lif etmiştir. Tefsirle ilgili te´lifi birçok cilt tutmaktadır. Ayrıca Cehmiye´ye redle ilgili eseri de hacimlidir.

Abdurrahmân´ın dindarlığı da zikre şayan derecede fazladır. Kendisi Ebdâl´lerden sayılacak derecede zâhiddir. Dindarlığı karşısında hayrete düşen babası: "Abdurrâhmân´ın ibâdetine kim yetişebilir? Onun bir kerecik günaha düştüğünü hatırlamıyorum." demiştir. Ebu´l-Hasen Ali İbnu İbrahim er-Râzî de onun hakkında: "Merhum´u Allah öyle bir behâ (mânevî güzellik) ve öyle bir nûrla kuşatmıştı ki kendisine bakan sürurla dolardı" der.

Kendisinden şu hatırası anlatılır: "Bir kısım arkadaşlarla Mısır´da bulunuyorduk. Aradan yedi ay geçti, bu esnada bir kere olsun sıcak çorba içmedik. Gündüzleri şeyhleri dolaşıyor, geceleri de müsveddelerimizi istinsah ediyor ve mukabelede bulunuyorduk. Birgün arkadaşımın biriyle bir şeyhe uğramıştık ki, oradakiler (zafiyetim ve rengimin uçukluğuna bakarak): "Bu hasta!" dediler. Derken o gün çarşıda satıcılarda bir balık gördüm, hoşuma gitti, biz de satın aldık. Eve vardığımızda bazı şeyhlerin ders saati gelmişti. Balığı bırakıp oraya gittik. Böylece üç gün balığı pişirme fırsatı bulamadık. Kokmaya yüz tutmuştu, "bedenin rahatıyla ilim elde edilemez" diyerek çiğ çiğ yedik".

Ebul-Velîd el-Bâci, İbnu Ebî Hâtim´in sikâ ve hâfız olduğunu söylemiştir.

Zehebî´nin kaydına göre, meşhur te´lîfi el-Cerh ve´t-Ta´dil´den tahdîste bulunduğu bir sırada kendisine, Yahya İbnu Maîn: "Biz öyle kimseleri ta´nederiz ki, onlar göçlerini cennete indirmişlerdir..." dediği hatırlatılınca, ağlar ve elleri öylesine titremeye başlar ki kitabı elinden düşer."[242]
Top