TarihSayfası tarihsayfasi.com



warning: Creating default object from empty value in /home/icom/domains/ihya.com/public_html/tarih/modules/taxonomy/taxonomy.pages.inc on line 33.

Fatih Sultan Mehmed Han

Sultan 2. Mehmed; 1453'ün mart ayı sonunda İstanbul'u fethetmek için bütün hazırlıkları tamamlamıştı. Gerek Ana­dolu cihetinde gerekse Rumeli tarafındaki mücahidlerini top­lamaya girişerek gönderdiği haberler davet edilenlere ulaştı­ğında pek kısa sürede mızraklı olarak piyade ve süvariler, ki­mileri ok, yay kimileride sapanlarıyla gelirlerken, bir başka bölümü de zırhlı gömlekler giymişler her biri aşık olunacak bahadırlardı. Bunlara şimdi zırhlı birlikler denirken, o günler­de, katafırakath askerler deniyordu.

Papalığın bu muhasara karşısında Bizansa neden muave­net etmediği sorusu ister istemez akla gelmektedir. Kendi li­manlarının bombardıman edilmesini önleyemeyen Papalık, Bizans kuşatmasına nasıl yardım edebilecekti"? Bu soruya verilecek cevap, avrupanın o sırada önemli bir kavşaktan geçmekte olduğu kendi keline merhem aradığı bir dönemdi ve dinde reform ve hayatda rönesans ile cedelleşiyordu.

Gayrimüslim tarihçilere göre, Jan Jüstinyâni adlı kahra­manın varlığı muhasaranın uzama sebebi olmuş! Doğru olsa bile neticeye bir te'siri yoktur. Çünkü; Sultan Mehmed büyük bir azim ile gâyei yegânesi olan fetih'i gerçekleştirmek için, en büyük mâni olarak sûr'ları görmüştü. Bütün hazırlıklarını sûrları yıkarak, ufalamayı ve İstanbuta girmeye göre düzen­lemişti bütün hesaplarım.

Nitekim; burçların ve sûrların, devrin en müthiş silahı top­lar karşısında patır patır dökülmesi padişahın gayesine ula­şacağını göstermektedir. Buna; bilmem ne kapısı, ne Jan Jüstinyâni, ne Paîeogoslar ne de bizatihi Kostantin Dragase-zin engel olması kabildi. Nitekim; 28/mayıs/1953 sabahına yakın başlayan büyük yürüyüş ve hücum, İstanbulun batı yönü boyunca uzayıp giden sûrların her tarafından şehre gi­rildi.

Kerkoporta Kapısı, Jüstinyâni'nin yaralanması gibi olaylar savaşın tabii ve beklenen neticelerindendir. Yoksa bunların Osmanlı fethini önleyecek bir güç olmadığını kabullenmek gerekir. Ayrıca bu iradeye karşı koyacak kuvvete ve de yar­dıma sahip değillerdi.

Hiç şüphe yoktur ki; tatbiki mânada İstanbul'un fethinin Osmanlı padişahı Sultan 2. Mehmed Hân'a müyesser olma­sının ilâhi bir müjde olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Yaratıcımızın, yâni Cenâb-ı Allah'ın muradı dışında bu kâina­tı muazzamada ne gerçekleşebilir? Bu fetih başarısının hristiyan âleminin mistik bir bağlılık hissettiği İstanbul'un, Bi­zans'ın elinden sökülüp alınması tabiiki ohhh ne iyi oldu diye karşılanacak değildi elbette. İtirazlara, tevillere hâttâ iftiralara kadar varması beklenen vakaa idi. Nitekim avrupa âleminde gerek sözle, gerekse yazı ile bu hususda hayli beyanlarda bulunulmuştur.

Bu hususda en değerli çalışmalardan biri, Fransız akademi âzasından, Güstav Şlomberje'nin, "Türk Muhasarası" adıyla M. Nahid adlı yüksek tahsilini Fransa'da yapmış bir evlâdı vatanın tercümesiyle Osmanlıca olarak ülkemizde yayımlan­mıştır.

Hristiyan dünyası dünya imtihanını; müslüman olmamak ve Essalat-ü Vesselam Efendimize, intisab etmemek suretiy­le kaybettiği bir vakıadır. Mevlâmızın muradı; onların din-i is-lâmı kabul etmeleri istikametinde olsaydı tabiiki, intisab-ı islâmiye ile şerefleneceklerdi. Nitekim zaman zaman hristiyanların içinden tahkik-i islâmiye veya tasavvuf-u tetkiye sonu­cunda her vasıfta insanın müslümanlıkla şerefyâb olduğunu duyduğumuz gibi, batı dünyasına Anadolu'dan giden işçileri­mizin, 1950'lerde İstanbula geldikleri gibi seccadelerini de beraberinde getirmeleri gibi namazı hristiyan ülkelere taşıdı­lar.

1960 sonralarında da bilhassa Batı Almanya, daha sonra İngiltere, Fransa ve diğer avrupa ülkelerinde din-i islâmı ser­gilediler. Demostrasyon yâni gösterek anlatma şansı gidildiği günden itibaren yapılabilseydi, bugün avrupadaki mevcut müslüman sayısı, çok çok daha fazlave etkili halde olurdu. Almanya'da 2. kuşak, öğrendiği lisanında yardımıyla dinle­rinden sorulduğunda verdikleri cevaplarla cermenleri aydın­latmaya muvaffak oldukları nisbette, müslüman sayısının artmasına vesile oldular.

Venedik donanması, Osmanlı filosunun Ege Adalarına ya­pacağı saldırıyı önlemek görevini almıştı. Eğer böyle bir sal­dırı gelmediği taktirde asla tecavüze müsaade verilmemişti. Amiral Pietro Loredano, elindeki donanamaya Girit, Oniki Ada ve Eğribozadaları Dukalıklarından takviye aldığı yedi adet kadırgayida hâvi olarak alesta beklemekteydi.

Bilindiği 1402'de Bayezid'in Timur'a mağlubiyeti Osmanlı ülkesinde, şehzadeler kavgası da denilen bir fetret yâni otori­te boşluğu yaşadı. Bunu bir düzine yıla yakın süren mücade­lelerin sonunda hitama erdiren Çelebi Sultan 1. Mehmed hân oldu. Şurası var ki, Çelebi Mehmed'in Edirne'de devletin be­raberliğini ilân ettiğinde, durum ve manzara şu hâli göster­mekteydi ki her şeyden evvel Anadolu beylikleri, Osmanlıla­ra vermiş oldukları topraklardan bir hayli fazlasını Timur va­sıtasıyla elde etmişlerdi. Bunun bir adım ötesi de hayli staretejik alanlarıda ele geçirmişlerdi. Hele hele Karadeniz kıyıla­rının önemi büyük noktalarına inzimamen, Marmara denizi­nin Gebze'den Silivriye kadar olan kıyılarda hakimiyet-i Os-maniyandan alınmıştı. Yine Çelebi bu binbir mesele ile uğraşırken Simavna Kadısı isyanı ve onunla uğraşmak bütün sı­kıntıların üstüne tüy dikmiş, bu sebebten dolayı da Rumeli topraklarındaki komşu devletlere barış elini uzatmak padişah için kaçınılmaz hâle gelmişti.

15. yüzyıl ifâdesini tabiiki 1401'sonrası ile yâd etmek du­rumundayız. Başka bir tâbirle, Anadolu'nun merkezi sayıla­cak Ankara'nın Çubuk ovasında Timurlenk-Bayezid kapış­masına az bir zaman kala; avrupa devletleri, Akdeniz kıyısı­nın okyanusa açılmakta olan kapısının hemen yanında, bu­günkü İspanya topraklarında 15. yüzyıldan, sekiz asır önce hayatiyet bulan Endülüs müslüman medeniyetinden müstefid olduğu ilim ve bilim âleminden, vardığı netice, öğrendik­lerini insanlık dünyasında uygulama safhasının geldiğini id­râk etmesidir.

Müslüman Araplardan elde ettiği anlayışı ve ilim kollarını, avrupa insanının telâkki tarzının kısm-ı âzamini kapsayacak şekilde sentezlemek suretiyle tatbike girişmiştir. Gerek dini, gerekse içtimai ve iktisadi ve de askerî alanda uygulama dağdağasına girişmiştir. Bu girişimin dini olmayan ismine rö-nesans denmiştir. Fransızların meşhur Larus adlı ansiklope­disinde Rönesans kavramının izahı şöyle yapılmaktadır:

Avrupa milletleri arasında muntazam durumda görülen devletin bulunduğunu ileri sürmek pek güçtür. Çünkü devam etmekte olan ve târih de yüz sene savaşları diye şöhret bul-muş harpler sürmekteydi. Almanya ve İtalya 1201 İlâ 1301 yılları, gelip geçerken siyasi birlik sergileyecek durumda ol­mayan haldeydiler. Bu İki ülkenin bahse konu namlı savaşın tabii neticesi olarak dagerek italya, gerekse Almanya bir ha­rabe hâlini almış durumdaydı.

Fransa ve İngiltere birer krallık olarak yüzyıl savaşlarının en ziyade yıprattığı devlet halindeydiler. Akdeniz'e yakın İs­panya sekiz asırdır Endülüs Emevileri adıyla topraklarında avrupaya medeniyet ışıklan saçmış müslümanları, toprakla­rından atabilmek için, yine müslümanlann tevaifül mülük, devletin parçalanmasından beyliklere inkısam olmasının ha­tası yüzünden İspanya mücadeleye başlamıştı ve hâlâ aşıla­mayan jenosit ve barbarlığın örneğini, din adına gösteriyor ve akıllı hristiyanlarca, (böyle din olmaz) diyenlerinin sayı­sını arttırıyordu.

Osmanlı beyliği; bilhassa Orhan Gazi döneminde, Marma­ra denizi ve İstanbul'un Anadolu yakasındaki gönül ve top­rak fetihleriyle meşgulken, Orhan Gâzi'nin büyük oğlu Sü­leyman Paşa'da Rumeli yakasına çıkmış oralarda hem de Bi­zans tahtının şeriki ile babası arasındaki kaim peder-damad ilişkisinin verdiği avantajla gönüller ve beldeler fethetme ça­balarını sürdürmekteydi. Avrupa topraklarında Doğu-Roma imparatorluğu adıyla, bin yıldan ziyade bir zaman diliminde hayatiyetini sürdüren Bizarısın islâm orduları karşısında defa-atle zelil duruma düşmesinin ardından, milâdi bin yılından iti­baren kendini toparlamış, karşı taarruza geçmiş, Doğu Ana­dolu ve Suriye'nin kuzeyinide yeniden hududlanna katmıştı. Bu Bizans çıkışı m. 1071'de bir final ile nihayetlendi. Çünkü bu târihde Büyük Selçuklu hükümdarı Alpaslan, bir melha-mei kübra hâlinde cereyan eden, Malazgirt Meydan Muharebesinde Bizans'ın imparatoru ve bu savaştaki, kumandanı olan Romenos Diyojenis'i kahkaarî bir bozguna uğrattı. Anadoluyu Türklerin çoğunluğunu teşkil ettiği zafer kılıçlı adam­ları ebediyyen ele geçirmiş ve müslüman yapma vizesini el­de etmişti.

Son yorumlar