Meriç Zaferi Ve Biga'nın Fethi

Meriç Zaferi Ve Biga'nın Fethi

Haçlıların büyük bir ordu ile İslâm üzerine yürümekte ol­duğu Murad-ı Hüdavendigâr Hazretlerine haber verildi. Gelen haber üzerine Sultan Murad Hazretleri, Bursa'dan hareket et­ti. Ne var ki sultan, gayet ağır hareket ediyordu. Ağır hareket etmesinin sebebini Anadolu Bey'lerinin itimad vermiyen davranışları teşkil ediyordu. Sultan yürüyor, fakat «et kulağı» geriden gelecek sesleri dinyiordu. bir yandan da padişah Hz.leri Haçlı ordusunun çok uzaktan gelme durumunda oldu­ğunu da hesaba katıyordu. Yolunun üzerinde olan Biga'yı fet­hetmeyi kararlaştırdı. (Et kulağı mevzu eüUyaullahın batınla­rı ile semi oldukları yani duyup bildikleri hususları birde be­şer mahsus havası hamseden yani beş duyudan işitme orga­nıyla duyup muttali olmaları keyfiyetidir.

Bunun Kûrbü Nevafile yani nafilelerle yaklaşışla ilgisi ol­duğu açıktır. Çünkü bir hadisi şerifte beyan buyrulduğu üzere Hak Teâiâ (Azze ve Ceİle) Hz.leri »Ben sevdiğim kutumun, gözü olurum onunla görür, kulaktan olurum onunla işitir, ayakları olurum onunla yürürüm» buyurulmuştur.

İşte bu Hadisi şerifte zikredilen Semi üasft; Ehlullahın Mu-karibtiğine Hak Teâlâ tarafından Kurbu Neuafil Lütfü olarak ihsan buyurulmuştur.

İstidraten şunu arzedelimki Hak Teâlâ Hz. terine iki türlü yaklaşılır. Birincisi Kurbu Feraiz diğeri Kurbu nevafildir. Yu­karıda belirtmeye çalıştığımız Neuafil kurbuduı: Yani Kurbu Feraizde Hak Teâlâ Fail kul Mef'ut olduğu halde Kurbu Neva-filde Kul Fail Hak Teâlâ (c.c.) Hz. teri Mefül olur Bunu bir mi­salle açıklamakta fayda görürüz:

Âyeti Kerimede Resuli Kibriya'ya, müşriklere toprak ue kül tanelerini sen atmadın ben attım (izze meyte ue mare meyte ue hem Allah) kutsal kelamında kurbu rieuafil'e işa­ret vardır.

Yukarda zikrettiğimiz sevdiğim kulumun ayakları olurum hikmetinde de euliyaullahta görülen tayyi mekân sırrı tecelli eder Bu iki kurb (yakınlık) arasında hemen ilave edelimki Hak Teâlâ Fail olduğu için Kurbu Feraiz daha efdaldır. An-cak edeben Satiklere ue Dervişlere düşen bir görev vardır. O da herhangi bir olayı uygun olmayan bir fiili, Mürşidi Kâmi­lin et kulağına duyurmamak gerekir. Aksi halde manevi to­kat mukadderdir Yoksa Salık, Mürşidi kâmil her şeyi bilir di­ye nabeca (yersiz) işleri, insanı kamilin kulağına duyurmak hataların en büyüğüdür.) Olanca şahinliğiyle kaleyi sardı. Biga'nın etrafı tamamen Osmanlı'nın elindeydi. Fakat kale türlü vesilelerle ele geçirme planlarına girmemişti. Şimdi hem kalenin kendisi, hem de İslâm'a vereceği zararlar göze batmaya başlamıştı.

Biga kalesi haydutlara yatak olmuş, haydutlar da Rume­li'ye gidip-gelen müslümanlara zarar vermeye başlamışlar­dır.

Öte yandan Haçlı Ordusu çok sür'atli hareket etmiş ve /veriç Nehri vadisine gelmişlerdi. Lala Şahin Paşa, sultandan görünen bir yardım gelmediğinden telaşlandı ise de, bir müs-jümanın düşmandan yüz çevirmiyeceğini bildiren ayetlerle ame! ettiğinden, kaçmayı asla aklına getirmedi. Derhal bir divan toplayıp kumandanlarla istişare etti. Neticede duru­mun öğrenilmesi için Hacı İl Bey ve 10.000 süvari düşmanı gözlemeye yollandı.

Birçok tarih kitaplarında bu böyle yazar. Fakat bir düşüne­lim: Düşman Meriç kıyısına gelmiş, yani İslâm topraklan içi­ne girmiş. Bu ordunun ahvali, yeri mi öğrenilecek ki gözcü gönderiiiyor? Hem de en şanlı ve şecaatli Hacı İl Bey ve 10.000 süvari!.. Bu gözcülük filan değil, Lala Şahin Paşa'nın topladığı divanda, kumandanların aldığı hücum kararından başka birşey değildir. Gözcü olarak gönderilme kararı ise, esas gayenin saklanması için kulandan bir taktiktir. Şunu çok iyi biliriz ki, casuslar her devirde vardır ve var olacaktır da... Hacı İl Bey ve 10.000 süvarinin düşman üzerine gidişi, gözetleme gibi bir tedbirle gizlenmeseydi, dünya harp tarihi­nin en güzel taktik ve en büyük baskın zaferlerinden biri, bel­ki İslâm ordusunun aleyhine bir netice verebilirdi. Neyse biz gene Hacı il bey ve 10.000 süvarisinin yaptıklarına dönelim.

Hacı İl Bey, Edirne yakınlarında bulunan Cermen Meyda­nında düşmanı buldu. Düşman kalabalık ve pek mağrur bir haldeydi. Bu kalabalık ve gurur^ onları gaflet içinde tutuyor­du. Askerleri, subayları kumandanları atıp-tutuyorlar ve İs­lâm askerini yenmenin şerefine içki kupalarını başlarına diki­yorlar, sarhoş oluyorlardı. Hacı İl Bey 10.000 kişilik kuvvetini orada bulunan meşelik arkasına gizleyip, karanlığı bekledi. Gecenin ilerlemiş saatinde, yiğitlerini dört ayrı koldan, düş­manın bir tarafından girip, öbür tarafından çıkacak şekilde tertib etmişti. Aynı anda büyük bir sür'atle harekete geçen süvariler, düşman ordusuna daldılar. Omuz üstünde baş bı-rakmıyan palalarını savurup, birçok kelle düşürüp öbür ta­raftan çıktılar. Düşman ordugahı karıştı, kumandanları ara­sında anlaşmazlık çıktı zannıyla birbirlerine saldırmaya baş­ladılar. Aralarında düşman var zannederek sabaha kadar bir­birleriyle boğuştular, kendi kendilerini öldürdüler. Bu ordu­nun içinde en çok kuvvet bulunduran Sırplar olduğu için bu­raya sonradan «Sırp-Sındığı» adı verildi.

Bunlar olurken, Sultan Murad Hüdavendigâr Biga kalesini almış ve İslâm ikinci bir zaferle daha taçlanmıştı...
Top