Musa Çelebi'nin Saltanatı

Musa Çelebi'nin Saltanatı

Musa Çelebi, Yıldırım Bayezid, Yavuz Selim, Dördüncü Murad ayarında yiğit bir şehzadeydi. Ağabeysi Süleyman Çelebi'yi tahtından mahrum eden Musa Çelebi H. 814/M. 1412 de adına hutbe okutup, tahta geçti. Çelebi Sultan Meh-med'e verdiği sözden caydı.

Musa Çelebi, Ankara Savaşında Yıldırım Bayezid Han'ın yanından hiç ayrılmamış, onunla birlikte omuz omuza dö­vüşmüş ve cennetmekân babasıyla beraber esir düşmüşler­di. Babasının esaretinde de yanında kalmış, ona hem dert ortağı, hem de bir teselli-bende vazifesini görmüştü. Babası­nın vefatından sonra serbest kalınca, tek emeli karışıklık içi­ne düşmüş olan Devlet-i Osmaniyye'nin bir an evvel intiza­ma kavuşması ve esaret yıllarında görmüş oldukları hakaret­lerin intikamını icab ederse taa Semerkand'a kadar gidip al­maktı.. Tecavüze uğrayan Osmanlı Devletinin namus ve şe­refini iade etmekti. Tahta geçtikten sonra ilk icraatı, ağabey-sini ve güzide arkadaşlarını öldüren köylüleri tesbit ve ceza­landırmak oldu. Daha sonra Ankara Savaşında ihanet ede­rek kaçan ve bu sefer de ağabeyi Süleyman Çelebi'ye ihanet ederek kendi tarafına geçen kumandanları çok şiddetli bir şekilde azarladı. Onlara sadakat ve itaat dersi verdi. «Bütün bu yaptıklarınızı, dün babama, bugün ağabeyim ve yarın da bana yaparsınız,» dedi. Bu söyledikleriyle ne derece haklı ol­duğunu çok kısa olarak mütalaa etmekte fayda görüyoruz.

Yıldırım Bayezid Han'ın veziri Ali Paşa, içki ile malûl, fakat başarılı sayılacak bir devlet adamı olmasına rağmen, kötü bir örnek olmuş, hatta bir ara gerek Ali Paşa'nın ve gerekse

Yıldırim'ın hanımı Oliveranin, yüzünden Yıldınm'ın içkiye alıştığı söylenir. Buna bazı tarihî misaler de verilir. Şöyle ki; Cllu Camii yaptıran Bayezid, camiin açılışına Emir Buharî Hazretlerini davet eder. Bir ara «Efendim, camii beğendiniz mi*?» diye sorar. Emir Buharî Hazretleri:

— Pek güzel de Sultanım, yalnız içinde meyhane yok, diye cevap verir. Yıldırım Bayezid:

— Allah'ın evinde meyhanenin ne işi vardır? deyince; Emir Buharî Hazretleri:

— Sen, tecelligâh-ı İlâhî olan kalbini meyhaneye çevirdik­ten sonra, nice olur? deyince, Yıldırım Bayezid derhal içkiye tevbe eder ve bir daha içmez diye anlatılır. Yine bu devre aid halk arasında anlatılan bir vakıa da şudur ki, doğrusunu bi­len bilir.

Yıldırım Bayezid'in bir davada şahitlik etmesi icab eder. Fakat, zamanın kadısı meşhur alim Molla Fenarî, padişaha hitaben:

«Sizin şahitliğinizi kabul etmem. Çünkü siz cemaate gel­miyorsunuz» der. Bunun üzerine kahraman oğlu kahraman Yıldırım camiin cemaatı olmayı kendisine şiar edinir.

İşte bu iki misal, Osmanlı Devlet adamlarının ve ahalisi­nin, nasıl bir padişah istediğinin bariz örneğidir. Hayat tafsila­tını vermeye çalıştığımız Süleyman Çelebi'nin, yine Sadra­zam Ali Paşa'nın kötü bir örnek teşkil etmesi yüzünden, An­kara Savaşında daha ilk anda kaçışı, sahib~i saltanat olduktan sonra, işret ve sefahatte kulaç atması hele tehlike anında

kendisini haberdar eden kumandanlarına karşı yaptığı davra­nış, onu her türlü harekete hedef teşkil etmiştir. Ve onu hedef alanlar, Şeriat-ı Muhammediye namına hareket ettilerse, el-hak haklıdırlar. Nefisleri icabı ise, onu da Cenabı Mevlâ mi­zanında gösterir. Bu izahatı yaptıktan sonra, Musa Çelebi'nin tarihçe-i hayatına devam edebiliriz.

Babasının yadigârı olan toprakları en kısa zamanda geri almaya karar veren Musa Çelebi, önce Sırp Kralını te'dib etti. Muzaffer ofarak Sırbistan'a giren Musa Çelebi, ortalığı dehşet içinde bırakarak kralı dize getirdi ve itaati altına aldı.

Rumeli'ye geçmesine yardım eden Kayser'e, Süleyman Çelebi Karadeniz sahiliyle, Adalar Denizi sahilinde mühim mevkileri hediye etmişti. Musa Çelebi, bunları almak üzere hemen harekete geçti. Ve bir sene içinde Yıldırım Bayezid za­manındaki hudud ve durumu temin etmiş oldu.

Kayser Manuel bir taraftan Musa Çelebi'nin direktifleri üze­rine aldığı yerleri geri verirken, diğer- taraftan Mehmet Çelebi ile temas kurmaya çalışıyordu. Ayrıca Süleyman Çelebi'nin oğlu Orhan Bey'i de taht-ı saltanata teşvik ediyordu. Orhan Bey, Kasım Çelebi ve Fatma Sultan daha önceden Süleyman Çelebi tarafından Kayser'e rehin bırakılmışlardı.

Musa Çelebi, Sadrazam İbrahim Paşa'yi Kayser'rin yanma fevkalade elçilikle göndermiş ve isteklerini şöyle sıralamıştı:

«Birikmiş vergi borçlarını öde! Padişah hakkında fırıldaklar çevirme! Ne var ki Sadrazam İbrahim Paşa, Bizans Kayseri­ne bu istekleri kabul etmemesini de beraberinde söyledi. İha­net irtikab etti. Burada yine bir mütalaa serdetmek zorunda kalıyoruz. Şöyle vki:

İbrahim Paşanın bu ihanetini mazur göstermeye gayret et­miyoruz. Hatta daha da İleri giderek bir müslüman padişa­hın, müslüman bir elçisi olarak, üstelik de uhdesinde sadra­zamlık taşıyan bir zatın, İslamın can düşmanı Manuel gibi bir kefereye akıl vermesi, şüphesiz ki büyük bir ihanettir. Yalnız şunu ilave etmek isteriz ki; bir padişah kumandan ve alimle-riyle mutlaka uyum içinde olmalıdır. CJyuşamadığı kimseler varsa, onları izale, veya izole etmesini bilmelidir. Anlatılır ve bazı tarihlerde yeralır; Tahta geçtikten sonra Musa Çelebi, kumandanlarını gerek babasjna ve gerekse ağabeysine karşı yaptıkları ihanet yüzünden tekdir eder. Devlet-i Osmaniyye-nin yükselmesinde bü^ük hissesi olan kahraman Evranos Bey, üzüntüye kapılır ve ihtiyarladığını ileri sürerek uzletgâhı-na çekilir. Bu kahraman insanı bir kere daha kırmayı kendi­ne gaye edinen Musa Çelebi Evranos Bey'i sarayına davet eder. Evranos Bey, cevap olarak «artık gözlerim görmüyor, size hizmetim dokunamaz») gibilerinden haber gönderdi. Bu haber üzerine Musa Çelebi, kahraman Evranos'u zorla sara­ya getirtip, sofrasına oturttu. Kör olup olmadığını anlamak için, sofrada Evranos'un önüne «buyrun kızartılmış piliç bu-du» diyerek, kurbağa butlan dizdirir. Ne var ki ihtiyar Evra­nos, Musa Çelebi'den daha kurnaz davranarak, kurbağa but­larını piliç butu imiş gibi yer ve ağzını siler oturur. Bunun üzerine Musa Çelebi, Evranos bey'i serbest bırakır. Şimdi bir düşünelim: Böyle bir kahramanı, bu duruma düşüren şahsın yanındaki hizmetliler, ne kadar dürüst hareket edebilirler? Eğer onları böyle küçük düşürecek yerde, başlarını alsaydı, onlar için belki daha şerefli olabilirdi. Bu davranışlar, böyle gaile dolu bir zamanda yapılırsa, bir de Çelebi Mehmed gibi kahraman oğlu kahraman, merhameti deryalar gibi taşan, en azından Musa Çelebi kadar Devlet-i Osmaniyye'yi ve Millet-i İslamiyye'yi düşünen bir rakib şehzade varsa... Musa Çelebi yerine Mehmed'e gitmeleri mümkündü... Ama, azılı bir İslam düşmanı olan Bizans'a asla!

Yukarıdaki hatırlatmadan sonra yine mevzumuza dönelim. Musa Çelebi, İbrahim Paşa'njn bu ihanetin öğrendikten sonra geldi, Bizans'ı muhasara etti. Kayser, Çelebi Mehmed'e is-timdad feryadları göndermeye başladı. Çelebi Mehmed, he­define adım adım, bir matematik problemi çözer gibi yürü­yordu. Kayser'in istimdadına yapmacık bir samimiyetle koş­tu, Üsküdar'a geldi. Kayser Manuel, bizzat karşılamıya çıktı. Kapısına dayanan felâketi, Çelebi Mehmed'e anlattı. Üç gün ziyafet ve eğlenceler yapıldıktan sonra, Çelebi Mehmed, Cü-ıeyd Bey ve Ankara muhafızı Firuz Beyzade Yakub Bey'in, syan haberlerini aldığını ileri sürerek geriye döndü. Cüneyd 3ey, Çelebi Mehmed'in üzerine geldiğini görünce, hemen ya-ıına koşup sadakat yeminleri etti. Çelebi Mehmed, kendisini affedip Aydın Sancağını verip, doğru duracağına dair söz alıp salıverdi. Yakub Bey ise, Savaşmadan teslim olduysa da, onu affetmeyen Çelebi Mehmed, «'Tatar Çardağı» namıyla naruf, Tokat Hapisanesine gönderdi.
Top