Ölümler ve Doğum Vaadi

Ölümler ve Doğum Vaadi

Hicret´in sevinç dolu bu sekizinci yılının başlarında aynı zamanda bazı üzüntüler de yaşanıyordu. Peygamber (s.a.v.)´in ailesinde meydana gelen ölümlerden İlki kızı Zeyneb´in ölümüydü. Babası ölürken Zeyneb´in yanınday­dı, damadına ve torununa teselli dolu sözler söyledi. Daha sonra Şevde ve Ümmü (r.) ile birlikte Ümmü Eymen (r.)´e cesedi gömülmeye hazır hale getirmelerini söyledi. Ölüye gusül abdesti aldırdıktan sonra Peygamber (s.a.v.) içine giydiği bir elbiseyi çıkardı ve onlara cesedi bu kumaşa sar­malarını söyledi. Daha sonra cenaze namazını kıldırdı ve mezann başında dua etti.

Peygamber (s.a.v.)´e çocuk doğuran tek karısı Hatice idi. Medine´liler, Peygamber (s.a.v.)´in Medine´de de bir çocuğunun doğmasını istiyorlardı. Şu anda yaşayan eşlen arasında sadece ikisinin Ümmü Seleme (r.) ve Ümmü Habibe kendisinden önceki kocalarından çocukları olmuştu. Her yeni evlilikte Medine´liler bir çocuk doğması ümidiyle sevince kapılıyorlar; fakat bir müddet sonra tüm sevinçleri yok oluyordu. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ´in Hati­ce´den sonra evlendiği hiç bir kadından çocuğu olmamıştı. Fakat kızının ölümünden kısa bir süre sonra, onun tekrar baba olacağı, ortaya çıktı. Kıptî cariyesi Mariye bir çocuk bekliyordu. Medine´liler, Peygamber (s.a.v.)´in onu çok sev­diğini bildikleri ve onu sevindirmek istedikleri için zaten

Mariye´ye çok iyi davranıyorlardı. Bu. haberi duymalarıyla ona besledikleri sevgi ve ilgi iki katına çıktı.

Umre´den döndükten yaklaşık üç ay sonra Peygam­ber (s.a.v.) Suriye sınırındaki kabilelere barışçıl amaçlar­la onbeş elçi gönderdi. Fakat onların dostça selâmlarına ok yağmuru ile cevap verildi. Dövüşmek zorunda kalan elçilerin biri hariç hepsi öldürüldü.

Bir tek Ölümle sonuçlanan, fakat daha büyük politik öneme sahip olan bir olay daha meydana geldi. Peygam­ber (s.a,v.) daha önceden Dihye el-Kelbi´yi Kayser´e yaz­dığı ve cevap alamadığı mektupla birlikte Basra valisine göndermişti. Gassan´lı bir kabile başkam Basra´ya gönde­rilen ikinci elçinin yolunu kesmiş ve elçiyi öldürmüştü. Çoğunlukla Hristiyan olan Gassan´hlann Kayser´in elçi­sinden yardım isteme riskine rağmen bu tür bir hareket cezasız bırakılamazdı.

Peygamber (s.a.v.), üç bin kişilik bir ve Zeyd (r.)´in kumandasında Gassanhlara gönderdi. Eğer Zeyd (r.) öldürülürse yerine Cafer (r.), o öldürülürse Ab­dullah îbn Revana tr.) geçecekti. Üçü de öldürülürse, ordu kumandanını kendi seçecekti. Daha sonra Peygamber (s. a.v.) Zeyd´e beyaz bir sancak verdi ve diğer arkadaşlarıy­la birlikte, orduyu Uhud´un kuzeyindeki iki tepe arasında­ki veda geçidine kadar yolcu etti.

Abdullah´ın yanında velayeti altında olan yetim bir çocuk vardı, onu semerin arkasına bindirmişti. Yol boyun­ca çocuk, Abdullah´ın ordu geri döndüğünde Suriye sınır­lan içinde kalma isteğini ifade eden mısralar okuduğunu duydu. «Bu mısraları duyunca ağladım» dedi çocuk, «Be­nim ağladığımı görünce kamçısının ucu ile bana dokundu ve: «Zavallı arkadaşım, niye üzülüyorsun? Eğer Allah bana şehitlik nasib eder, ben de bu dünyadan, meşakkatlerin­den, dertlerinden, acılarından ve olaylarından kurtulur-sam, sen semerin üstünde rahat olarak geri döneceksin» dedi. Bundan sonra, geceleyin yapılan bir molada iki re­kat namaz kıldı ve arkasından uzun süre dua etti. Daha sonra beni çağırdı. Ben: ´Buradayım, emrindeyim´, O: ´İnşallah bu şehadettir´ dedi»[1].

Ordu Suriye sınırına geldiğinde, sadece tüm kuzey kabilelerinin değil, Kayser´in temsilcisinin de birleşip ken­dilerine karşı savaşacağını duydular. Hep birlikte ordunun yüz bin kişi kadar olduğu söyleniyordu. Tabii ki bunda abartma payı da vardı. Bununla birlikte Zeyd (r.) bir savaş konseyi toplamaya karar verdi. Adamların çoğu bu duru­mun hemen Peygamber (s.a.v.)´e bildirilmesi gerektiği ka-naatindeydüer. Peygamber (s.a.v.) ya onlara geri dönme emri verir ya da yardımcı kuvvet gönderirdi. Fakat Abdul­lah bu fikre karşı çıktı. Konuşmasını Uhud´dan dnce söy­lenen ve gelecekte bir çok savaştan önce söylenecek olan karşı konulamayacak bir cümle ile bitirdi: «Önümüzdeki iyi şeyden biri var; ya zafer ya şehitlik ?Cennet bahçele­rindeki kardeşlerimize katılıp onlara arkadaşlık etmeli O halde haydi ileri!».

Abdullah´ın bu sözleri etkili oldu ve ordu kuzeye doğ­ru ilerlemeye devam ettiler. Şimdi uzun ve derin yatağın­dan doğu sınırında yükselen tepelerle ayrılmış olan Ölü Deniz´in güney ucundan çok uzakta değillerdi. Birkaç sa­atlik yürüyüşten sonra düşmanı gördüler. Bizans kuvvet­leriyle birleşmiş olan Arap ordusunun gerçek sayısı ne olursa olsun Müslümanlar ilk bakışta onların kendilerin­den kat kat fazla olduğunu farkettiler. Sayıca bu kadar dengesiz bir savaş deneyimleri yoktu, ve hiçbiri şimdiye kadar imparatorluğun süvarilerinde gördükleri kadar zen­gin savaş aletleriyle karşılaşmamıştı. Bizans süvarileri or­tada, Arap kuvvetleri ise iki yanında yer alıyordu. Bedir´de Akankal tepelerinden, inen Kureyş ordusunun şimdi gör­dükleri orduyla karşılaştırıldığında çok az silah ve zırh vardı. Bunun yanısıra düşman ordusu onların gelişini bek­liyordu ve lejyonlar savaş konumunda onlan karşılamaya hazır bekliyorlardı.

Arazinin eğimi kendi aleyhlerine olduğu için hemen karşı karşıya gelmekten kaçınan Zeyd (r.), güneye, Mute´ye doğru çekilme emri verdi. Orada arazi bakımından avantajlı olacaklardı ve savaş düzenine girme fırsatları olacaktı. Sayıca çok fazla olduklarının farkında olan düş­man ordusu, Müslüman ordusunu Mu´te´ye kadar İzledi. Düşman ordusu yaklaştığında onların beklediği gibi geri kaçmak yerine Zeyd saldırı emri verdi.

O anda Peygamber (s.a.v.) için Medine ile Mu´te ara­sındaki uzaklık yok olmuştu. Peygamber (s.a.v.) beyaz sancağı ile Zeyd´in orduyu nasıl düşmana doğru ilerletti­ğini görüyordu. Onun yere düşene kadar birçok ölümcül yara aldığını, arkasından sancağı Cafer (r.)´ın alıp onun da şehit olana kadar savaştığını gördü. Daha sonra sancağı Abdullah aldı. Onun yönettiği saldırı düşmanın ölüm saç­ması ve kendisinin de şehadetiyle sonuçlandı; adamları dü­zensiz bir şekilde geri çekildiler Ensar´dan biri olan Sabit tbn Erkam (r.) sancağı aldı ve Müslümanlar tekrar düzene girdiler. Bunun üzerine Sabit sancağı Halid´e vermek is­tedi. Fakat Halid (r)., bu şerefe Sabit (r.) ´in daha çok hak­kı olduğunu süyleyerek kabul etmedi. Sabit: «Al şunu, ben sadece sana vermek için onu yerden almıştım» dedi. Bu­nun üzerine Halid kumandayı aldı ve safları birbirine yak­laştırdı. Düşman o kadar düzenli yaklaşıyordu ki Müslü­manlara düzenli bir saldırı yapmak için arada belli bir me­safe bırakıyordu. Saldın karşı tarafın zaferiyle sonuçlan­dı, fakat bu basandan hiçbir şey elde edemediler. Müslü­manlardan ise, üç lider dışında sadece beş kişi şehit olmuş­tu. Bu nedenle bu bir bakıma Halid (r.) için bir zaferdi. Peygamber (s.a.v.) savaşta Zeyd (r.) Cafer (r.) ve Abdul­lah (r.)´m arka arkaya şehadetini anlattıktan sonra. «Da­ha sonra Allah´ın kılıçlarından biri sancağı aldı ve Allah onlar için yolu açtı» dedi. Yani Müslümanları güvene ka­vuşturan yolu açtı, demek istiyordu. Bu günden sonra Ha­lid´e «Alah´m kılıcı» adı verildi.

Peygamber (s.a.v.) savaşı anlatırken gözlerinden yaş­lar bosamyordu. Namaz vakti geldiğinde namazı kıldırdı

ve her zaman yaptığı gibi, topluluğa yüzünü dönmeden, Mesclis*ten ayrıldı. Akşam ve yatsı namazlarında da aynen böyle yaptı.

O sırada Cafer´in evine gitmiş ve: «Ey Esma, bana Cafer´in çocuklarını getir» demişti. Yüzündeki ifadeden şüphelenen Esma çocukları getirdi. Peygamber (s.a.v.) on­ları öptü ve gözleri tekrar yaşlarla doldu. Esma: «Ey Al­lah´ın Rasulü, ey bana anamdan ve babamdan daha sev­gili olan, seni ağlatan ne? Yoksa Cafer ve arkadaşlarından haber mi aldın?» dedi. «Evet» dedi Peygamber (s.a.v.), -bugün vuruldular». Esma acı dolu bir çığlık attı, onu du­yan diğer kadınlar yardıma geldiler. Peygamber (s.a.v.) evine döndü ve birkaç gün sürecince Cafer´in ailesine ye­mek hazırlanmasını emretti. «Acıları, onları, kendi ihtiyaç­larını karşılayamayacak kadar meşgul ediyor» dedi.

Ümmü Eymen (r.), Üsame (r.) ve Zeyd (r.)´in ailesin­den diğerleri Peygamber (s.a.v.)´in evinde idiler. Onlara daha önceden Zeyd (r.)´in ölüm haberini vermişti. Eve dö­nerken Zeyd (r.î´in küçük kısmın sokakta ağladığını gör­dü. Çocuk, onu görünce koştu ve kollarına atıldı. Peygam­ber (s.a.v.) şimdi kendini tutamayarak ağlıyordu. Çocuğu göğsüne bastırdığında tüm vücudu hıçkırıklarla sarsılı­yordu. Sa´d îbn Ubade Cr.) o sırada oradan geçiyordu. Ken­di kendine teselli edecek birşeyier araştırarak «Ey Allah´­ın Rasulü, bu da ne?» diye mırıldandı. Peygamber (s.a.v.} «Bu maşukunu arzulamayı seven biri» cevabını verdi[2].

O gece Peygamber (s.a.v.) rüyasında Cennet´i gördü. Zeyd (r.), Cafer (r.), Abdullah .) ve savaşta şehit olan­ların hepsi cennetteydiler. Cafer (r.)´i melekler gibi uçar­ken gördü. Şafakta mescide gitti. Ashab onun üzüntüsü­nün hafiflediğini farkettiler. Namazdan sonra her zaman yaptığı gibi topluluğa döndü. Daha sonra Esma´ya gitti ve rüyasını anlattı. Esma teselli olmuştu.

Halid (r.) ve adamları Medine´ye döndüğünde Pey­gamber (s.a.v.) Mukavkıs´m kendisine hediye ettiği beyaz

katırı ?Düldül? istedi. Cafer (r.)´in en büyük oğlunu bu katıra bindirerek onları karşılamaya gitti. Medine´li ka­dın ve erkekler yollara dökülmüştü. Ordu yanlarından, ge­çerken onlara alaylı sözler söylediler ve kum attılar. «Ka­çaklar» diye bağırdılar. «Allah yolunda savaştan kaçtınız im?» «Hayır» dedi Peygamber ts.a.v.) onlar kaçak değil, fakat inşallah tekrar savaşa gitmek için geri dönenler»[3].

Mu´te´deki geri çekilme, kuzeydeki Arap kabilelerine, yeni îslâm devletine karşı koyma cesareti verdi. Bundan bir ay sonra Beli ve Kuda´a kabilelerini güneye yütümek amacıyla Suriye sınırında toplandıkları haberi geldi. Fakat bu kez Kayser´in orduları yardıma gelmemiş görünü­yordu. Peygamber (s.a.v.1 Amr (r.)´ı üç yüz kişi üe birlikte gerektiğinde savaşmak, mümkün olduğunda da müt­tefik kazanmak üzere gönderdi. Amr (r.) ´m kumandan ola­rak seçilmesinin nedeni, bu kabilelerden biriyle Amr´ın ak­rabalık bağının olmasıydı. Amr´ın annesi Belî kabilesin­den bir kadındı. Gece yolculuk yaparak ve gizli yerlerde kamplar kurarak çok dikkati çekmekten korundu ve on gün içinde Suriye sınırına ulaştı. O yıl kış erken gelmişti. Bu kadar kuzeyde yaşamaya alışık olmayan Mekke´li ve Medine´ lüer son kamplarını kurar kurmaz hemen yakacak aramaya başladılar. Fakat Amr, küçücük bir ateş yakma­yı bile yasakladı. Karşı gelenler şu sözlerle susturuldu: «Siz beni dinleyip itaat etmekle emrolundunuz, o halde öyle yapma.

Düşmanın beklediklerinden daha fazla sayıda toplan­dığını farkedince, şimdilik yerel yardımların da gelmeye­ceğini ümit ettiği için, hemen Cuheyne´li bir adamı Pey­gamber (s.a.v.)´den yardımcı kuvvet istemesi için gönder­di. Ebu Ubeyde (r.) derhal ikiyüz kişilik ek kuvvetle gel­di. En yakın sahabelerden biri olduğu ve daha önceki bü­tün savaşlarda rol aldığı için Ebu Ubeyde (r.) kendisinin yetkili olmasını istiyordu. Fakat Amr Cr.) yeni gelenlerin sadece yardırnci kuvvet olduğunu ve kendisinin genel kamandan olması gerektiğini vurguladı. Peygamber Cs.a.v.) Ebu Ubeyde (r.)´ye iki kuvvet arasında tam bir birlik ol­masına ve aynlık olmamasına dikkat etmesini tenbih et­mişti. Bu yüzden Ebu Ubeyde (r.) isteğinden vazgeçti ve Amr´a: «Eğer sen bana itaat etmeyeceksen, Tanrıya andol-sun ben sana itaat edeceğim» dedi. Peygamber (s.a.v.) bu sözleri duyduğunda Ebu Ubeyde´ye rahmet diledi.

Amr, besyüz kişilik ordusunu Suriye sınırından geçi­rip İlerlediğinde düşman dağıldı. Sadece kısa sûren karşı­lıklı bir ok yağmuru oldu. Geri kalanı, oturanların kaçtığı kamp yerleriyle karşılaşmaktan ibaretti. Düşman ka­bileler orada olmadığı için, dost unsurlar kişiler ve gruplar ortaya çıktılar. Bu nedenle Amr (r.), Peygam­ber (s.a.v.)´e Suriye sınırında İslâm´ın etkisini tekrar kurduğunu belirten bir mektup gönderdi.

Bu etki, artık Medine vahasının her tarafındaki kabi­lelere yayılıyordu. Nedenler sadece ruhsal değildi- Artık Peygamber tsa..v.) tehlikeli, hesaba gelmez bir düşman ve güçlü, güvenilir ve cömert bir müttefik olarak tanını­yordu. Onunla karşılaştırıldığında diğer müttefikler daha az çekici ve daha zararlı idi. Bazı durumlarda politik ve dinî dürtüler birbirinden ayrılamayacak denli bir bütün teşkil ediyorlardı. Fakat yavaş yavaş ilerleyen, yine de güçlü ve etkili olan, politikadan ve mü´minlerin İslâm me­sajını yaymak için yaptıkları açık girişimlerden bağımsız bir faktör vardı. Bu da yeni dini uygulayanları karakterize eden belirgin bir huzurdu. Allah´ın birliğini gösteren Kur´-an, aynı zamanda bir Rahmet ve Cennet kitabıydı. Rasu-lÜn ögretileriyle birlikte onun âyetlerinin okunması, mü´-minlerl kapasiteleri dahilinde bazı şartlan yerine getir­diklerinde kolayca ebedi saadete kavuşabileceklerinden emin kılıyordu. Ortaya çıkan huzur, bir iman kriteri idi. Peygamber (s.a.v.) şöyle diyordu: «Şartlar ne olursa olsun. İnanan için hepsi iyidir.»*.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] W. 750.

[2] I. S. III/l, 32.

[3] W. 765.
Top