TarihSayfası tarihsayfasi.com



Sahabelerin İnsanları Etkileyen Ahlakları

Amr b. el-Cemûh’un Müslüman Olması İçin Kendi Oğlu ile Muaz b. Cebel’in Gayret Göstermeleri

- Ensar Hz. Peygamber’e biat ettikten sonra Medine’ye döndüler. Bundan sonra İslâm, Medine’de yayıldı. Ama yine de Medine’de birçok müşrik bulunuyordu. Bunlardan birisi de Amr b. Cemûh’tu. Oğlu Muaz da Akabe’de bulunmuş ve orada Hz. Peygamber’e biat etmişti. Amr b. Cemûh, Benî Seleme kabilesinin ileri gelenlerinden biriydi. Kendisine odundan bir put yapmış ona tapıyordu. Bu putun adı Menat idi. Daha önceleri Medine’nin ileri gelenleri de hep böyle yaparlardı. Cemûh tapmakta olduğu bu putu arasıra temizlerdi. Beni Seleme gençlerinden kendi oğlu Muaz, Muaz bi

n Cebel ve müslüman olup da Akabe biatında bulunmuş olan bazı gençler bir gece bu putu çalarak götürür. Benî Seleme’nin def-i hâcetlerini yaptıkları çukurlardan birisine atarlar: her tarafı pislik içinde kalır. Sabahleyin Amr ‘Azab olunasıca! Bu gece bizim ilahımızı kim çalıp götürmüştür?’ der. Sonra da onu arar ve atıldığı çukurda bulur. Onu oradan çıkarır, yıkar, temizler ve evindeki yerine kor. Sonra da ‘Allah’a yemin ederim ki, bu işi senin başına açanın kim olduğunu bilseydim onu rezil ederdim’ der. Aynı gençler Amr’ın uyumasından sonra o gece de putu alıp, yine o çukura atarlar. Bu iş böyle uzun müddet devam eder. Sonunda bir gün Amr yine onu pislikten çıkarır, temizler ve yerine kor. Boynuna da bir kılıç asarak şöyle der: ‘Andolsun ki bu işi sana kimin yaptığını bilmiyorum. Şayet kendine bir hayrın varsa işte sana bir kılıç; onunla kendini koru!’ Akşam olunca gençler yine putu yerinden alırlar. Boynundaki kılıcı çıkarırlar ve bu sefer onu bir köpek leşine bağlayarak yine aynı çukura atarlar. Sabahleyin kalkan Amr putunu yine bulamaz. Onu bulduğunda bu kez de bir köpek leşine bağlanmış olduğunu görerek içinde bulunduğu gülünç hali anlar ve kavminden müslüman birisiyle konuşarak İslâm’ı kabul ederek çok iyi bir müslüman olur.[1]

- Benî Seleme gençleri müslüman olduklarında Amr b. Cemûh’un hanımı ile oğlu da müslüman oldu. Bundan habersiz olan Amr, hanımına

‘Sakın aile efradından hiç kimsenin müslüman olmasına izin verme. Biz de bu arada onların ne yaptıklarını izleyelim’ dedi. Hanımı da

‘Öyle olsun’ dedi ve ekledi: ‘Bu konuda falan oğlunun söyleyeceklerini dinlemek istemez misin?’ Amr

‘Yoksa o da onlara meyledip müslüman mı oldu?’ diye sordu. Hanımı

‘Hayır! Fakat onlarla beraber idi. Onu çağır da konuş’ dedi. Amr da oğlunu çağırarak ‘Mus’ab b. Umeyr’den dinlediklerini bana da anlatır mısın?’ dedi. O da Fatiha Suresi’ni ‘sırâte’l-müstakîm’ kelimesine kadar okudu. Amr

‘Bu ne kadar güzel bir söz! Acaba onun bütün sözleri böyle midir?’ diye sorunca oğlu

‘Ey babacığım! Onun bütün sözleri birbirinden güzeldir. Ona biat etmek istemez misin? Zaten neredeyse kavminin hepsi ona biat etmişlerdir’ dedi. Amr da

‘Gidip Menat’a danışmadan, onun söylediklerini dinlemeden biat etmem’ dedi. Onlardan herhangi birisi Menat’a birşey danışmak istediğinde ihtiyar bir kadın onun arkasında durur ve onlara cevap verirdi. Böylece Amr, Menat’a gitti. Fakat o sırada putun arkasında o ihtiyar kadın yoktu. Amr Menat’ın yanına vardı, teşekkür ettikten sonra ona şunları söyledi:

‘Ey Menat! Altından sular aktığı halde senin bundan haberin bile olmadı. Çünkü birisi çıktı (Mus’ab b. Umeyr) ve sana ibadet etmemizi yasakladı. Seni bırakmamızı söyledi. Bense sana danışmadan ona biat etmek istemedim!’ Amr bu şekilde onunla uzun uzadıya konuştu, fakat sözlerine hiç bir cevap alamadı. Sonunda ona

‘Görüyorum ki henüz müslüman olmadığım halde bana kızmışsın’ dedi ve kalkıp onu kırdı.[2]

- Amr müslüman olup Allah’ı tanıdıktan sonra o putu her hatırladıkça ona sövüyor ve kendisini bu körlük ve sapıklıktan kurtaran Allah’a şükrediyor ve şu şiiri okuyordu:

‘Ben geçmişten ötürü Allah’a dönüş yapıyor; ateşinden kurtulmak için O’na sığınıyorum. Verdiği nimetlerden dolayı Allah’a hamdediyorum. O, Kâbe’nin de, onun örtüsünün de ilahıdır. Yoldan çıkanların ve gökten düşen yağmur taneleri sayısınca O’nu tesbih ediyorum. Çünkü O, karanlıklar içinde bulunduğum bir sırada bana yol gösterdi. Menat denilen putun bağlılarından olduğum bir sırada beni hidâyete erdirdi. Beni şakaklarımdaki saçlar beyazlaştıktan sonra onun ayıbından ve utancından kurtaran da O’dur. Ben bu karanlıklar içerisinde neredeyse helak oluyordum. Fakat O, takdiriyle bana yetişti. O halde yeryüzünde yaşadığım sürece yalnızca O’na şükreder ve yine sadece O’na hamdederim. O, bütün mahlûkâtın ilahı ve rızık vericisidir. Şu anda Allah’ın evinde ve O’nun himâyesinde olmak isterim’. Amr b. Cemûh, putunu yeren başka bir şiirinde de şunları söylüyordu:

‘Andolsun ki sen bir ilah olsaydın bir köpek leşine bağlanıp da pis bir çukura atılmazdın. Yazıklar olsun seni ilah edinip sana kulluk yapana. Verdiğin zararları artık anladık. Nimetlerin sahibi olan O yüce Allah’a hamd olsun. O, rızıkları veren din sahibidir. Beni küfrün rehini olup kabir karanlıklarına girmekten kurtaran da O’dur.[3]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Delail, s. 109 (İbn İshak’tan).

[2] Delail, s. 109 (Müncab, Ziyad tarikiyle İbn İshak’tan. O şöyle demiştir: ‘’Bu olayı bana Beni Seleme kabilesinden bir kişiden dinleyen İshak b. Yesar anlatmıştır’).

[3] Ebu Nuaym, Delail, s. 109 (İbrahim b. Seleme, İbn İshak’tan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/220-222.

Ebu’d-Derdâ’nın Müslüman Olması ve Abdullah b. Revâha’nın Bu Konuda Gayret Etmesi

- Ebu’d-Derdâ ailesinin en son müslüman olan ferdiydi. O, elinde tuttuğu ve üzerini mendille kapattığı bir puta tapardı. Abdullah b. Revâha durmadan onu İslâm’a davet ediyor, o ise kabul etmeye yanaşmıyordu. Onlar câhiliye döneminde kardeş olmuşlardı. Bir gün Ebu’d-Derdâ’nın evinden çıktığını gören Abdullah koşarak onun evine girdi. O sırada Ebu’d-Derdâ’nın hanımı başını tarıyordu. Ona kocasının nerede olduğunu sordu; o da

‘Ebu’d-Derdâ biraz önce çıktı’ dedi. Bunun üzerine Abdullah doğruca putun bulunduğu odaya girdi. Getirmiş olduğu baltayla Ebu’d-Derdâ’nın putunu paramparça etti. Bunu yaparken bir yandan da

‘Dikkat edin! Allah’la beraber çağrılan herşey bâtıldır’ şeklinde bazı şeyler söylüyordu. Balta seslerini duyan kadın

‘Ne yapıyorsun ey Revâha’nın oğlu; bizi helak mı etmek istiyorsun?’ dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Revâha evden çıktı. Bu olayı Ebu’d-Derdâ’ya da söylemedi. Eve dönen Ebu’d-Derdâ hanımının ağladığını gördü ve

‘Niçin ağlıyorsun? Ağlamana sebep olan şey nedir?’ diye sordu. Kadın şöyle cevap verdi:

‘Beni Abdullah b. Revâha ağlattı. Sen gittikten sonra buraya geldi ve gördüğün gibi putunu kırdı’ dedi. Ebu’d-Derdâ buna çok öfkelendi. Fakat bir yandan da kendi kendisine

‘Eğer bu putta hayır olmuş olsaydı kendisini savunabilirdi’ diye düşünüyordu. Daha sonra evinden çıktı. Yanında İbn Revâha olduğu halde Hz. Peygamber’e gitti ve müslüman oldu.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Müstedrek III/336 (Vakidi’den).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/222.

Hz Ömer’in Haraç ve Esirler Hakkında Amr İbnü’l-As’a Mektup Göndermesi

- Ziyad b. Cez’ez-Zebîdî şöyle anlatıyor: Hz. Ömer’in halifeliği döneminde İskenderiye’yi fethettik. Sonra da Belhib’de Hz. Ömer’in mektubunu beklemeye başladık. Sonunda beklediğimiz mektup geldi. Mektupta şunlar yazıyordu: ‘Mektubun elime ulaştı. Orada İskenderiye kralının elinizdeki esirlere karşılık cizye teklifinde bulunduğunu yazıyorsun. Hayatım üstüne yemin ederim ki bana göre sürekli bir cizye hem bizim için ve hem de bizden sonra gelecek olan müslümanlar için paylaştırılan ve sanki hiç olmamış gibi olan bir esirden, bir ganimetten çok daha hayırlıdır. Bunları İskenderiye kralına bildir. Bize cizye versin. Sen de elindeki esirleri müslümanlık ile kendi dinleri arasında seçim yapma hususunda serbest bırak. Kim İslâm’ı seçerse o müslümanlardandır. Müslümanlar için geçerli olan şeyler âynıyla onun için de geçerlidir. Kim de kavminin dinini tercih ederse kavminin boynuna vurulan cizye zilleti onun da boynuna vurulacaktır. Arap arazisine dağılıp da kimi Mekke’ye kimi de Yemen’e giden esirlerine gelince artık onları iade etmeye gücümüz yetmez. Gücümüzün yetmeyeceği bir konuda barış yapmak da istemiyorum’[1].

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/222-223.

İskenderiye’nin Fethinde Sahabelerin Esirlere Davranışları

Amr İbnü’l-As, İskenderiye kralına haber gönderdi ve Hz. Ömer’in mektubundan bahsetti. İskenderiye kralı, ‘Ben bu şartları kabul ediyorum’ dedi. Bunun üzerine biz elimiz altındaki esirlerin hepsini biraraya topladık. Sonra tek tek her birine İslâm’ı seçmekle hristiyan kalmak arasında serbest olduklarını söylüyorduk. Onlardan biri İslâm’ı seçerse biz hep bir ağızdan tekbir getiriyorduk. Öyle ki bu tekbirler İskenderiye’nin fethi günündeki tekbirlerimizden çok daha şiddetliydi. Bu müslüman olanları kendi saflarımıza alıyorduk. Hristiyanlığı seçerse karşı taraftakiler bağırışıyorlar ve onlar da onu kendi saflarına alıyorlardı. Biz de ona cizye vereceğini söylüyorduk. Böyle bir durumda sanki bizden biri onların saflarına katılmış gibi üzüntü duyuyorduk. Son esir de ortaya getirilinceye kadar bu böyle devam etti. Ebu Meryem Abdullah b. Abdurrahman da bunlar arasındaydı. Onu da ortaya getirdik ve İslâm’la hristiyanlıktan hangisini seçeceğini sorduk. Ebu Meryem’in anası, babası ve kardeşleri hristiyanlar tarafındaydı. Fakat o İslâm’ı seçti. Biz de onu kendi saflarımıza aldık. Bunun üzerine babası, annesi ve kardeşleri onun üzerine hücum ederek onu kendi saflarına çekmek istediler ve sırtındaki elbiseleri paramparça ettiler. O önceleri Benî Zübeyd’in müfettişi idi; şimdi ise bizim müfettişimizdir.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberi IV/227.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/-223.

İskenderiye’nin Fethinde Sahabelerin Esirlere Davranışları

Amr İbnü’l-As, İskenderiye kralına haber gönderdi ve Hz. Ömer’in mektubundan bahsetti. İskenderiye kralı, ‘Ben bu şartları kabul ediyorum’ dedi. Bunun üzerine biz elimiz altındaki esirlerin hepsini biraraya topladık. Sonra tek tek her birine İslâm’ı seçmekle hristiyan kalmak arasında serbest olduklarını söylüyorduk. Onlardan biri İslâm’ı seçerse biz hep bir ağızdan tekbir getiriyorduk. Öyle ki bu tekbirler İskenderiye’nin fethi günündeki tekbirlerimizden çok daha şiddetliydi. Bu müslüman olanları kendi saflarımıza alıyorduk. Hristiyanlığı seçerse karşı taraftakiler bağırışıyorlar ve onlar da onu kendi saflarına alıyorlardı. Biz de ona cizye vereceğini söylüyorduk. Böyle bir durumda sanki bizden biri onların saflarına katılmış gibi üzüntü duyuyorduk. Son esir de ortaya getirilinceye kadar bu böyle devam etti. Ebu Meryem Abdullah b. Abdurrahman da bunlar arasındaydı. Onu da ortaya getirdik ve İslâm’la hristiyanlıktan hangisini seçeceğini sorduk. Ebu Meryem’in anası, babası ve kardeşleri hristiyanlar tarafındaydı. Fakat o İslâm’ı seçti. Biz de onu kendi saflarımıza aldık. Bunun üzerine babası, annesi ve kardeşleri onun üzerine hücum ederek onu kendi saflarına çekmek istediler ve sırtındaki elbiseleri paramparça ettiler. O önceleri Benî Zübeyd’in müfettişi idi; şimdi ise bizim müfettişimizdir.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberi IV/227.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/-223.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • İzin verilen HTML etiketleri: <a> <em> <strong> <cite> <code> <ul> <ol> <li> <dl> <dt> <dd> <img> <b> <center>
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünürler.

Biçimlendirme seçenekleri hakkında daha fazla bilgi

Son yorumlar