Hz. Peygamber’in Ve Ashâb-ı Kirâm’ının Adâletleri

Hz. Peygamber’in Ve Ashâb-ı Kirâm’ının Adâletleri

Hz. Peygamber’in Adâleti; Hz. Peygamber’in “Muhammed’in Kızı Fâtımâ Dahi Hırsızlık Yapsa Onun da Elini Keserdim” Demesi

- Hz. Peygamber devrinde, Mekke’nin fethi esnasında Mahzum oğullarından bir kadın hırsızlık yaptı. Kavmi onun elinin kesilmemesi için Üsâme b. Zeyd’i Hz. Peygamber’e aracı gönderdiler. Üsâme gidip onun affını isteyince Hz. Peygamber kıpkırmızı kesildi ve
“Allah’ın koymuş olduğu cezalardan birini kaldırmam için mi bana ricada bulunuyorsun?” buyurdular. Bunun üzerine Üsâme
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bağışlanmam için Allah’a dua et; ben çok pişmanım” dedi. Akşam olunca Hz. Peygamber k

alkarak Allah’a hamdü senâlar ettikten sonra şunları söyledi:
“Ey insanlar! Önceki ümmetlerin helak sebepleri, içlerindeki soylu ve şerefli kimselerin herhangi bir suç işlemesi halinde onlara ceza tatbik etmemeleri; zayıf ve sıradan kimselerin suç işlemesi durumunda ise onları cezalandırmalarıdır. Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki onun kızı Fatıma hırsızlık yapacak olsa onun da elini kestirirdim”. Sonra Hz. Peygamber kadının elinin kesilmesini emretti. Kadın daha sonra güzel bir şekilde tevbe ederek evlendi. Hz. Âişe vâlidemiz şöyle diyor:
“Bu kadın o olaydan sonra bana gelir; ben de onun ihtiyaçlarını ve isteklerini Hz. Peygamber’e iletirdim”[1]


[1] Bidaye IV/318 (Buhari, Urve’den; Müslim de Hz. Aişe’den); Terğib IV/26 (Hadisin dört sünen sahibince Hz. Aişe’den rivayet ettikleri kaydedilir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/136.

Hz. Peygamber’in Savaşta öldürdüğü Kişinin Eşyalarını Ebu Katâde’ye Vermesi

- Ebu Katâde şöyle anlatıyor: Huneyn savaşında Hz. Peygamber’le birlikteydim. Düşmanla karşı karşıya geldiğimizde ilk anda müslümanlar dağılarak kaçmaya başladılar. Bu sırada bir müşriğin müslümanlardan birine yüklenip ona vurduğunu gördüm. Hemen koşup adamın omuzuna bir darbe indirdim. Kılıcım zırhı keserek onu yaraladı. Adam diğer müslümanı bırakıp bana döndü ve beni öyle bir sıkı şekilde kucakladı ki öleceğimi sandım. Sonra öldü ve ben de böylece kurtulmuş oldum. Bundan sonra da Hz. Ömer’e yetişip
“Müslümanlara ne oluyor ki Peygamberi bırakıp kaçıyorlar?” dedim. Hz. Ömer,
“Allah’ın dilediği böyleymiş” dedi.
Sonunda müslümanlar toparlanarak savaşı kazandılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber
“Kim müşriklerden birini öldürmüşse onun araç ve gereçleri kendisine aittir” buyurdular. Bu söz üzerine ben ayağa kalkarak
“Kim benim için şahitlik yapar?” diye sordum ve yerime oturdum. Hz. Peygamber sözlerini bir kere daha tekrar ettiler. Ben de kalkıp aynı sözümü yine söyledim. Hz. Peygamber üçüncü kez sözlerini tekrarlayınca ben de üçüncü kez aynı hareketi yaptım. Bu dördüncüsünde de böyle oldu. O zaman Hz. Peygamber bana dönüp
“Ey Ebâ Katâde! Niçin böyle yapıyorsun?” diye sordular. Ben de ona başımdan geçenleri anlattım. O zaman orada bulunanlardan birisi
“Doğru söylüyor!” dedi ve sonra “Öldürdüğü kişinin araç ve gereçleri şu anda benim yanımdadır. Ona birşeyler verin de bunlar bende kalsın!” diye ilave etti. Hz. Ebubekir kalkarak
“Hayır, Allah’a yemin ederim ki bu olamaz. Allah’ın arslanlarından birisi kendisi ve Rasûlü için savaşıp birisini öldürecek; sonra da o öldürdüğü kişinin eşyaları sana verilecek, böyle şey olmaz” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
“Ebubekir doğru söyledi!” buyurduktan sonra adama dönüp “Yanında bulunan şeyleri Ebu Katâde’ye ver!” diye emretti. Böylece onun yanında bulunan araç ve gereçler bana verildi. Bunlarla Benî Selîme kabilesinden bir bahçe satın aldım ki müslüman olduktan sonra kazandığım ilk mal budur.[1]


[1] Buhari; Müslim II/86; Ebu Davud II/16; Tirmizi I/202; İbn Mace s. 209; Beyhaki IX/50.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/136-137.

Hz. Peygamber’in Abdullah b. Ebî Hadred’e Bir Yahudiye Olan Borcunu Ödetmesi

- Abdullah b. Ebî el-Eslemî şöyle anlatıyor: Bir Yahudiye dört dirhem borcum vardı. Beni Hz. Peygamber’e şikâyet ederek
“Ey Muhammed! Bu adamda dört dirhem alacağım var; fakat vermiyor” dedi. Hz. Peygamber de bana
“Bu adamın hakkını ver!” diye emrettiler. Bunun üzerine ben
“Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki ona verebilecek hiç birşeyim yoktur” dedim. Hz. Peygamber yine
“Onun hakkını ver!” buyurdular. Ben de tekrar
“Nefsimi kudret elinde tutana yemin ederim ki verecek gücüm yoktur” dedim ve şöyle ekledim: “Duyduğuma göre Hayber’e gidilecekmiş Müsaade edin de oradan ganimet alıp dönünceye dek bu borcu erteleyelim” dedim. Ancak Hz. Peygamber bu kez de
“Onun hakkını ver!” dediler.
Hz. Peygamber birşeyi üç kere emrettiler mi artık o konuda ısrar edilemezdi. Böylece dışarı çıktım ve doğruca pazara gittim. Sırtımda bir kürk ve başımda da bir sarık vardı. Sarığımı çözüp peştemal gibi belime bağlayarak kürkümü çıkardım. Peşimden gelmekte olan yahudiye “Borcum olan dört dirhem yerine bu kürkü alır mısın?” dedim. O da kabul etti ve böylece kürkümü ona verdim. O sırada oradan ihtiyar bir kadın geçiyordu. Bizi gördü ve yanımıza gelerek bana
“Ey Allah Rasûlünün arkadaşı! Bu halin ne?” diye sordu. Olan biteni ona anlattım. O zaman kadın, üzerindeki kürkü çıkararak benim sırtıma attı ve
“Al bu kürk de senin olsun?” dedi.[1]


[1] Kenz III/181 (İbn Asakir’den); İsabe II/295 (İmam Ahmed’in de rivayet ettiği kaydedilir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/137-138.

Hz. Peygamber’in “Bana Uydurma Deliller Getirmeyiniz” Diyerek İnsanları Bundan Nehyetmesi

- Ensar’dan iki kişi çok eskiden kalma bir miras meselesinden dolayı Hz. Peygamber’e başvurdular. Her iki tarafın da şahidi yoktu. Hz. Peygamber onlara şöyle dedi:
“Sizler anlaşamadığınız bir meseleyi bana getiriyorsunuz. Ben de hakkında vahiy inmeyen konularda kendi içtihadımla hüküm veriyorum. Sizden hanginizin delilini daha kuvvetli bulursam onun lehinde hükmederim. Ancak uydurma bir delil getirerek davayı kazanmış olan kişi sakın benim kardeşinin hakkından alıp da kendisine vermiş olduğumdan hiç bir şey almasın. Çünkü böyle bir durumda ona ateşten bir parça vermiş olurum ki o, kıyamet gününde boynunda bu ateş parçası olduğu halde haşrolunur”. Bunun üzerine o ikisinden birisi
“Ey Allah’ın rasûlü! Benim hakkım arkadaşımın olsun!” dedi. Hz. Peygamber de
“O halde gidip kendi aranızda anlaşınız. Davalaştığınız şeyi taksim edip sonra da kura çekerek hissenize düşen parçaya razı olunuz ve birbirinize de haklarınızı helal ediniz!” buyurdular.[1]


[1] Kenz III/182 (İbn Ebi Şeybe ve Ebu Said en-Nakkas, Ümmü Seleme’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/138.

Bir Bedevî’nin Hz. Peygamber’den Alacağını İstemesi

- Bir göçebe Arap Hz. Peygamber’e gelerek ondan alacağını istedi. Hz. Peygamber’i çok sıkıştırdı ve hatta
“Alacağımı ödeyinceye kadar yakanı bırakmayacağım” dedi. Orada bulunan sahabiler onu bu yaptığından vazgeçirmek amacıyla
“Azap olunasıca! Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedilerse de bedevî
“Ben hakkımı istiyorum!” dedi. Hz. Peygamber’se ashâbına
“Hak sahibinin yanında yer almanız gerekmez miydi?” buyurdular.
Hz. Peygamber daha sonra Havle binti Kays’a haber göndererek
“Eğer elinde hurma varsa bize biraz borç versin. Hurmalarımız geldiğinde borcunu öderiz” dedi. O da
“Anam babam sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasulü!” dedi ve Hz. Peygamber’in istediği kadar hurma gönderdi. Böylece Hz. Peygamber bedevînin borcunu fazlasıyla verdi. Bunun üzerine adam
“Sen nasıl alacağımı hakkıyla verdinse Allah da sana hakkıyla mükâfaatını versin!” dedi. Hz. Peygamber de şöyle buyurdular:
“İnsanların en hayırlısı onlara haklarını verendir. Hak sahiplerinin, haklarını zahmetsizce alamadığı bir millette hayır yoktur ve o millet iflah olmaz.”[1]


[1] Terğib III/271 (İbn Mace, Ebu Said’den, Ayrıca Bezzar muhtasar olarak Hz. Aişe’den ve Tabarani de güzel bir senetle İbn Mes’ud tarikiyle rivayet etmektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/139.

Havle binti Kays’ın Hz. Peygamber’in Borcunu Ödemesi

- Havle binti Kays şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber’in, Benî Sâide kabilesinden bir kişiye bir çuval hurma borcu vardı. Bir gün o kişi gelerek alacağını istedi. Hz. Peygamber de Ensar’dan birisine bu borcu ödemesini emretti. O da bu borcu düşük kaliteli hurmalarla ödemeye kalktı; fakat alacaklı bunu kabul etmedi. O zaman Ensar’dan borcu veren kişi
“Sen Hz. Peygamber’in verdiğini red mi ediyorsun?” diye alacaklıya çıkıştı. Alacaklı ise
“Evet, reddediyorum. Çünkü Hz. Peygamber’in herkesten daha adaletli olması gerekir” dedi. Bu olanları duyan Hz. Peygamber ağlayarak şöyle buyurdular:
“Çok doğru söylüyor. Benim herkesten daha âdil olmam gerekir. Allah Teâlâ zayıfların hakkının kuvvetlilerden alınamadığı bir milleti iflah etmez”.
Sonra da bana haber göndererek şöyle buyurdular:
“Ey Havle! Bu adamın borcunu sen ver! Çünkü bir alacaklı alacağını alıp sevinçli olarak çıktığında yeryüzündeki canlılar ve denizdeki balıklar bile borcunu veren o kişi için bağışlanma talebinde bulunurlar ve ona dua ederler. Gücü yettiği halde borcunu ödemeyip de habire erteleyen kişi için de her gün ve gecede bir günah yazılır.”[1]


[1] Terğib III/270 (Tabarani’den. Ayrıca İmam Ahmed de benzer bir şekilde Hz. Aişe’den rivayet etmektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/139-140.

Ebubekir Sıddîk’ın Adâleti; Hz. Ebubekir’in ‘Allah’ın Gazabından Beni Kim Kurtaracak” Diyerek Kendisine Kısas Uygulatması

- Hz. Ebubekir bir cuma günü çıkıp
“Yarın toplanın da zekat develerini taksim edelim; ancak hiç kimse izin almaksızın huzurumuza girmesin!” dedi. Ertesi günü bir kadın kocasına bir yular vererek
“Şunu al da git; kim bilir belki Allah Teâlâ bize bir deve nasip eder” dedi. Adam elinde yularla develerin dağıtıldığı yere varınca Hz. Ebubekir’le Ömer’i zekat develerinin bulunduğu ağılda buldu ve izin almaksızın o da oraya girdi. Onu gören Hz. Ebubekir,
“Buraya nasıl girdin?” diyerek elindeki yuları aldı ve onu dövdü.
Hz. Ebubekir develerin taksimini bitirdiğinde o kişiyi çağırtarak yuları kendisine verdi ve
“Al, sen de bana vur, kısas yap!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer
“Allah’a yemin ederim ki böyle bir şey olmayacaktır. Sen bunu kendinden sonrakiler için bir âdet olarak bırakma!” dedi. Hz. Ebubekir de
“Peki o halde kıyamet gününde beni Allah’ın gazabından kim kurtaracak?” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer
“Öyleyse onun gönlünü al!” tavsiyesinde bulundu. Hz. Ebubekir, hizmetçisine adam için çuluyla birlikte bir deve getirmesini ve ayrıca ona beş de dinar vermesini emretti. O kişi de Hz. Ebubekir’i affetti.[1]


[1] Kenz III/127 (Beyhaki, Abdullah b. Amr b. As’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/140.

Hz. Ömer’in Adaleti; Halife Hz. Ömer’in Kadıya “Sıradan Bir Müslümanla Beni Bir Tutmak Zorundasın” Demesi

- Hz. Ömer’le Übeyy b. Ka’b arasında bir anlaşmazlık çıktı. Hz. Ömer
“Aramızda birisini hakem yapalım” dedi ve böylece Zeyd b. Sâbit üzerinde karar kıldılar. Sonra kalkıp onun yanına gittiler. Hz. Ömer, Zeyd’e
“Biz bir konuda anlaşmazlığa düştük ve aramızda hükmetmen için de sana geldik. Seni çağırtmadım çünkü davacılar hakemin ayağına gider” dedi. Zeyd b. Sâbit, odanın üst başını göstererek
“Ey Mü’minlerin Emîri! Şöyle buyur!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer ona
“Bu yaptığın bir adaletsizliktir. Çünkü benim de hasmımla yanyana oturmam gerekiyor” dedi. Sonra ikisi birlikte Zeyd’in önünde diz çökerek oturdular. Übeyy, iddiasını söyledi. Hz. Ömer de bunu inkâr etti. Zeyd, Übeyy’e dönerek
“Emîrü’l-Mü’minîn’i yeminden affet. Zaten bunu ondan başkası için de istemem” dediyse de Hz. Ömer yemin ederek şunları söyledi:
“Zeyd, Ömer’le en sıradan bir müslümanı bir tutmadıkça kadılık görevinde bulunamaz”[1]
- Übeyy b. Ka’b ile Hz. Ömer bir hurma bahçesi hususunda ihtilafa düştüler. Aralarında çekiştiler. Bunun üzerine Übeyy ağlayarak
“Hem davacı, hem de kadısın! Senin hilafetinde böyle mi olmalıydı ey Ömer?” dedi. Hz. Ömer de
“O halde ikimiz için, müslümanlardan hangisini istiyorsan onu hakem tayin et!” dedi. Übeyy’se
“Ben Zeyd’i hakem tayin ediyorum” dedi. Hz. Ömer de bunu kabul etti ve böylece kalkıp ikisi birlikte Zeyd’in yanına gittiler.[2]


[1] Kenz III/174 (İbn Asakir, Said b. Mansur ve Beyhaki, Şa’bi’den).
[2] Kenz III/181 (İbn Asakir, Şa’bi’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/140-141.

Hz. Abbas’ın Evini Almak İsteyen Hz. Ömer’in Hakem’in Kararına Razı Olması

- Abbas b. Abdulmuttalib’in Medine mescidinin yanında bir evi vardı. Hz. Ömer ona evini kendisine satmasını teklif etti. Onun maksadı bu evi alıp mescide eklemekti. Ancak Abbas
“Hayır, satmam!” dedi. Hz. Ömer de
“O halde hibe et!” dedi. Hz. Abbas yine kabul etmedi. Hz. Ömer
“Madem hibe de etmiyorsun; o zaman onu mescide ekle!” dedi. Ama Hz. Abbas buna da yanaşmadı. Sonunda Hz. Ömer
“Bu üçünden birini mutlaka kabul etmelisin!” dedi. Hz. Abbas yine kabul etmeyince de
“O halde bu konuda aramızda bir kişiyi hakem tayin et!” dedi. Hz. Abbas’la birlikte Übeyy b. Ka’b’ı hakem olarak seçtiler ve kalkıp onun yanına gittiler. Übeyy de
“Bir insanı razı etmeden evinden çıkarmanın doğru olmadığına inanıyorum” dedi. Hz. Ömer
“Bu hükmü Allah’ın kitabından mı yoksa Rasûlünün sünnetinden mi çıkarıyorsun?” diye sordu. Übeyy
“Allah’ın kitabında yoktur ama Hz. Peygamber’in sünnetinde vardır” dedi. Hz. Ömer
“Peki nasıl oluyor bu?” deyince Übeyy şunları söyledi:
“Ben Hz. Peygamber’in şunları söylediğini işittim: “Dâvud (a.s.)’ın oğlu Hz. Süleyman, Beytü’l-Makdis’i inşa ettirirken bir duvarı yaptırıyor, ancak sabah olduğunda onun yıkılmış olduğunu görüyordu. Sonunda Allah Teâlâ ona, “Herhangi bir kişinin hakkının bulunduğu bir yerde onu razı etmeden bina yapma!” diye vahyetti”. Hz. Ömer de bu hadisi işittikten sonra Hz. Abbas’a ısrar etmekten vazgeçti. Hz. Abbas ise bilâhere o evini mescide ekledi.[1]


[1] Abdurrezzak, Zeyd b. Eslem’den.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/141-142.

Halife Olmasına Rağmen Hz. Ömer’in Kadıya Gidip Onun Verdiği Kararı Kabul Etmesi

- Hz. Ömer, Abbas b. Abdulmuttalib’in evini alarak mescide katmak istedi. Ancak Hz. Abbas razı olmadı. Hz. Ömer’se
“Mutlaka alacağım!” dedi. Bunun üzerine Hz. Abbas
“O halde aramızda Übeyy b. Ka’b hüküm versin”dedi. Hz. Ömer de bunu kabul edince ikisi birlikte Übeyy’e gittiler ve hadiseyi anlattılar. Übeyy b. Ka’b şu cevabı verdi:
“Allah Dâvud (a.s.)’ın oğlu Hz. Süleyman’a Beytü’l-Makdis’i inşa etmesini vahyetti. Hz. Süleyman onun arsasını bir kişiden satın aldı. Parasını verirken o kişi
“Bana verdiğin mi daha hayırlıdır, yoksa benden aldığın mı?” diye sordu. Hz. Süleyman da
“Senden aldığım daha hayırlıdır” dedi. O zaman arsa sahibi
“Öyleyse bunu kabul etmiyorum!” dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman daha fazla para verdi ve bu durum birkaç kez tekrarlandı. Nihayet Hz. Süleyman
“Orasını istediğin fiyata alırım ancak bana hangisinin daha hayırlı olduğunu sorma” dedi. Adam da arsasına onikibin kantar altın istedi. Hz. Süleyman bu parayı vermekte tereddüt etti. Allah Teâlâ da ona vahyederek
“Eğer bu parayı kendine ait bir maldan veriyorsan sen bilirsin. Yok bizim sana verdiğimiz rızıklardan veriyorsan ona istediği miktarı ver” buyurdu. Hz. Süleyman da öyle yaptı”. Sonra Übeyy
“Abbas kendi evi hususunda herkesten ziyade hak sahibidir. Dolayısıyla o razı olmadıkça evi alınmayacaktır” dedi. Hz. Abbas da
“Mademki dava lehimde neticelenmiştir; ben de evimi müslümanlara bağışlıyorum” dedi.[1]


[1] Kenz IV/260 (Abdurrezzak, Said b. el-Müseyyeb’den); Kenz VII/66 (İbn Sa’d IV/13 ve İbn Asakir, Salim Ebu’n- Nadr’dan. Beyhaki ile Yakup b. Süfyan da İbn Abbas’dan; Kenz VII/65 (Hakim ve İbn Asakir, Eslem tarikiyle. Bu rivayette Übeyy b. Ka’b yerine Huzeyfe geçmektedir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/142.

Hz. Ömer’in Kendi Oğlu Abdurrahman’a Bile İçki Haddi Vurması

- Abdullah b. Ömer şöyle anlatıyor: Babam Hz. Ömer’in hilâfeti devrinde kardeşim Abdurrahman ile Ebu Servea Ukbe b. Hâris, Mısır’da bir gece içki içerler. Sonra o gecenin sabahında Mısır valisi Amr İbnü’l-As’a giderek
“Biz içki içtik; bizi temizle” derler. Benim bunlardan haberim yoktu. Nihayet kardeşim bana gelerek içki içmiş olduğunu söyledi. Ona
“Eve gir de sana had vurayım!” dedim. O zaman bana vali Amr İbnü’l-As’a gidip haber verdiklerini söyledi. Ben de
“Eh madem öyle eve gir de seni tıraş edeyim; hiç olmasa halkın önünde tıraş olmaktan kurtulmuş olursun” dedim. Çünkü o dönemde had vurulacak kişilerin başları da tıraş edilirdi. İkimiz birlikte eve girdik ve onun başını tıraş ettim. Daha sonra da Amr İbnü’l-As bu ikisine had vurdurdu.
Bunu haber alan babam Hz. Ömer Mısır valisi Amr’a bir mektup göndererek
“Abdurrahman’ı eyerli bir deveye bindirerek bana gönder!” dedi. O da Abdurrahman’ı babama gönderdi. Kardeşim oraya vardığında babam da ikinci bir had daha vurdurdu ve onu azarladı. Sonra da gerisin geriye Mısır’a yolladı. Orada bir ay kadar sıhhatli bir şekilde yaşadı ve nihayet ilahî kaderin yakasına yapışmasıyla vefat etti. Halk onun, babamın vurduğu had sebebiyle öldüğünü zannederse de bundan ölmüş değildir.[1]


[1] Müntehabu’l-Kenz-Ümmal IV/422 (Abdurrezzak ve Beyhaki’den); Müntehabu’l-Kenz-Ümmal IV/420 (İbn Sa’d, Eslem’den, o da Amr İbnü’l-As’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/143.

Hz. Ömer’in, Kendi Korkusundan Çocuğunu Düşüren Bir Kadına Diyet Ödemesi

- Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında kocası kaybolmuş bir kadın vardı. Hz. Ömer bazı erkeklerin onun evine girip çıktıklarını haber aldığında onu çağırttı. Kadın
“Vay başıma gelenler! Ömer’in benimle ne işi olabilir?” dedi. Yolda gelirken de çok korktu. Kendisi hamileydi. Bu korkuyla sancılanmaya başladı ve bir eve girerek orada çocuğunu düşürdü. Çocuk iki defa ağladıktan sonra öldü. Bunun üzerine Hz. Ömer sahabileri toplayarak çocuğun ölümünde dahli olup olmadığı ve dolayısıyla kendisi için kısas gerekip gerekmediği hususunda onlarla istişâre etti. Bazıları
“Senin hiç bir kusurun yoktur ve bir şey de lazım gelmez. Çünkü sen bir yöneticisin ve halkın eğitilmesiyle görevlisin!” dediler. Hz. Ömer susmakta olan Hz. Ali’ye dönerek
“Sen bu konuda ne diyorsun ey Ali?” diye sordu. Hz. Ali de şunları söyledi:
“Eğer arkadaşlar bu sözleri kendiliklerinden söylemişlerse yanılmışlardır. Yok eğer senin hoşuna gitsin diye söylemişlerse sana nasihat etmede kusur etmişlerdir. Bana göre sen diyet vermelisin; çünkü kadın senden korktuğundan dolayı çocuğunu düşürdü”. Bunun üzerine Hz. Ömer
“Bu diyeti Kureyş’e taksim et!” diye Hz. Ali’ye emretti. Zira bu olay kastî olmadığından dolayı diyeti de Hz. Ömer’in akrabaları olan Kureyş’e düşüyordu.[1]


[1] Kenz VII/300 (Abdurrezzak ve Beyhaki, Hasan’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/143-144.

Hz. Ömer’in Halka İdarecilerinden Memnun Olup Olmadıklarını Sorması ve Onlardan Kısas Alması

- Hz. Ömer hac mevsimlerinde valilerini yanına getirtir ve sonra da hac için dışardan gelen halkı bir yerde toplayarak onlara şöyle derdi:
“Ey insanlar! Ben idarecilerimi mallarınızı alıp sizleri dövmeleri ve namus ve haysiyetinizi ayaklar altına almaları için göndermedim. Onları aranızda hakem olup ganimeti paylaştırmaları için gönderdim. Eğer içinizde idarecilerinizden zulüm ve haksızlık görenler varsa kalkıp söylesinler” derdi. Yine böyle bir toplantılardan birinde bir kişi kalkarak
“Ey Mü’minlerin Emîri! Senin falan valin bana yüz sopa vurdu!” dedi. Hz. Ömer valiye dönerek bu adamı niçin dövdüğünü sordu ve sonra da adama
“Kalk, sana ne kadar vurmuşsa sen de ona o kadar vur!” dedi.
Bunun üzerine Amr İbnü’l-As kalkarak
“Ey Mü’minlerin Emîri! Eğer böyle yapacak olursan şikayetlerden başını alamazsın. Senden sonra gelecek olan halifeler için de bir âdet koymuş olursun!” dedi. Hz. Ömer de
“Kısas almayacakmışım öyle mi? Halbuki ben Hz. Peygamber’in kendisi için bile kısas uyguladığını gördüm” buyurdu. Amr ise
“Onu bize bırak da razı edelim!” dedi. Hz. Ömer de
“Yapabilirseniz razı ediniz” dedi. Amr İbnü’l-As adama her kamçı için iki dirhem olmak üzere iki yüz dirhem vererek onu razı etti.[1]


[1] İbn Sa’d III/211 (Ata’dan); Müntehabu’l-Kenz IV/419 (İbn Rahuye’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/144.

Hz. Ömer’in Mısırlı Birisini Döven Vali Amr İbnü’l As’ın Oğlundan Kısas Alması

- Mısır halkından bir kişi Hz. Ömer’e gelerek
“Ey Mü’minlerin Emîri! Zulümden sana sığınıyorum” diye şikayet etti. Hz. Ömer de
“Tam yerine gelmişsin. Seni koruyacak ve hakkını alacağım” dedi. Bunun üzerine adam şöyle dedi:
“Valimiz Amr İbnü’l-As’ın oğlu Muhammed’le yarış yaptık ve onu geçtim. O da buna kızarak beni kamçılamaya başladı ve
“Ben şerefli ve soylu bir anne-babanın oğluyum” dedi. Hz. Ömer de Amr İbnü’l-As’a, oğluyla birlikte gelmesi için emir gönderdi. Amr İbnü’l-As oğluyla birlikte Medine’ye geldi. Hz. Ömer Mısırlıyı çağırtarak ona
“Al şu kırbacı, sen de ona vur!” dedi. Adam Amr’ın oğluna vurmaya başladı. Hz. Ömer bir yandan da
“Vur! Asil olmayan anne babanın oğluna vur!” diyordu. Ashab da Hz. Ömer’i destekliyor ve Amr’ın oğlunun dövülmesi de hoşlarına gidiyordu. Mısırlı, halkın Yeter artık, bu kadarı kafi” deyişine kadar ona vurdu.
Bu defa Hz. Ömer ona
“Amr’a da vur!” dedi. Mısırlı,
“Ey Mü’minlerin Emîri! Beni döven o değil oğluydu. Ondan da intikamımı aldım” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Amr’a hitâben şöyle dedi:
“Siz ne zamandan beri annelerinin hür olarak doğurduğu kişileri köle yapıyorsunuz?” Amr da
“Ey Mü’minlerin Emîri! Benim bu olanlardan haberim yoktur. Bu adam da gelip bana şikayette bulunmamıştır” dedi.[1]


[1] Müntehab-ı Kenzi’l-Ümmal IV/420 (İbn Abdi’l-Hakem, Enes’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/144-145.

Hz. Ömer’in Zanla Hareket Ederek Bir Casusu Öldürten Bahreyn Valisini Azarlaması

- Bahreyn valisi İbn Cârûd (veya İbn Ebî Cârûd) İslâm düşmanlarıyla gizlice mektuplaştığı ve casusluk yaptığı iddia edilen Ediryas isimli birisinin boynunu vurdurdu. Bu kişinin düşmana katılmak istediği söyleniyordu. Ancak bu kişi boynu vurulurken
“Ey Ömer nerdesin! Ey Ömer nerdesin!” diye feryat ederek Hz. Ömer’in adaletini hatırlatmak istemişti. Bunu haber alan Hz. Ömer bir mektup yazarak valiyi Medine’ye çağırdı. Vali kalkıp yola çıktı ve Medine’ye geldi. Hz. Ömer huzuruna girdiğinde onu bir sopayla karşıladı ve vurmaya başladı. Vururken de bir yandan
“Buyur ey Ediryas! Buyur ey Ediryas!” diyordu. Bunun üzerine vali İbn Cârûd
“Ey Mü’minlerin Emîri! O, müslümanların zayıf taraflarını düşmanlara bildiriyordu” dedi. Hz. Ömer de
“Sen onu ‘İstiyordu’, ‘Niyetliydi’ gibi şeylerle suçlayarak mı öldürdün? İslâm’a ilk girdiğimizde hangimiz günah işlemek istemiyorduk. Eğer bunları istemek suç olsaydı hepimizin suçlu olması gerekirdi. Eğer âdet haline gelmeyeceğini bilseydim seni şimdi öldürürdüm” dedi.[1]


[1] Kenz VII/298 (İbn Cerir, Yezid b. Ebi Mansur’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/145.

Hz. Ömer’in Bir İhtiyarın Ölümüne Sebep Olan Kumandanını Cezalandırması

- Hz. Ömer bir gün elleri kulaklarında olduğu halde
“Buyur işte buradayım!” diye bağırarak sokağa fırlamıştı. Halk acaba halifeye ne oldu diye merak etti. Hz. Ömer’e o gün kumandanlarından birinden bir haberci gelmişti. Adamın söylediklerine göre önlerine bir nehir çıkmıştı. Geçebilecekleri bir şey de bulamamışlardı. Komutanları
“Bu nehri ve geçitlerini iyi bilen birisini bulunuz!” demiş; bunun üzerine huzuruna bir ihtiyar getirilmişti. İhtiyar
“Ben soğuktan korkuyorum” demesine rağmen komutanın zoruyla suya girmişti. Suya girer girmez de soğukluğuna dayanamayarak
“Ey Ömer neredesin?” diye bağıra bağıra boğulup ölmüştü. İşte Hz. Ömer’in başta anlatılan şekilde sokağa fırlamasına bu haber neden olmuştu.
Hz. Ömer daha sonra haber yollayarak o komutanı Medine’ye getirtti; adamla birkaç gün hiç konuşmadı. Hz. Ömer kırıldığı kişilere böyle yapardı. Sonra da onu çağırtarak
“O adamı nasıl öldürdün?” diye sordu. O da
“Ey Mü’minlerin Emîri! Ben onu kasten öldürmedim. Nehri geçmek için hiçbir vasıta bulamamıştık. Bunun için de suyun derinliğini öğrenmek istedik. Hem suyu geçtikten sonra şu şu memleketleri fethettik!” dedi. Hz. Ömer’se ona
“Yemin ederim ki benim yanımda müslüman bir kişi senin getirdiğin herşeyden daha sevimlidir. Eğer âdet olmasından korkmasaydım senin boynunu vurdururdum. Haydi, git onun ailesine diyetini ver. Sakın bir daha da gözüme görüneyim deme!” dedi.[1]


[1] Kenz VII/299 (Beyhaki, Zeyd b. Vehb’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/146.

Ebu Musa’nın Bir Kişiyi Dövmesi; Hz. Ömer’in de Kendisine Kısas Yaptırtması İçin Ona Bir Mektup Göndermesi

- Ebu Musa el-Eş’arî yaptığı savaşlardan birinde elde edilen ganimeti dağıtırken bir kişinin payını eksik verdi. O da kalkarak kendisine eksik verildiğini hissesinin tamamlanması gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Ebu Musa ona yirmi sopa vurdu ve başını da tıraş etti. Adam da kesilen saçlarını toplayarak Hz. Ömer’e götürdü. Huzuruna girdiğinde cebinden kesik saçları çıkartarak Hz. Ömer’in göğsüne fırlattı. Hz. Ömer’in
“Niçin böyle yapıyorsun? Sana ne oldu?” demesiyle de olan biteni ona anlattı. Hz. Ömer, Ebu Musa’ya şu mektubu yazdı:
“Selam üzerine olsun! falan oğlu filan bana şu şu şeyleri söyledi. Ben de sana yemin verdiriyorum ki eğer bu işi bir topluluk içerisinde ve herkesin gözü önünde yapmış isen o adam da aynı şekilde bir topluluk içerisinde sana kısas uygulayacaktır. Yok eğer bunu tenha bir yerde yapmış isen, o da tenha bir yerde sana kısas uygulayıp başını da tıraş edecektir”. Mektup Ebu Musa el-Eş’arî’ye verildiğinde adamın kısas yapabilmesi için bir yere oturarak
“Gel kısasını yap ve başımı da tıraş et!” dedi. Adam da
“Ben Allah rızası için seni affettim!” dedi.[1]


[1] Kenz VII/299 (Beyhaki, Cerir’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/146-147.

Hz. Ömer’in Firuz ed-Deylemî ile Kureyşli Bir Genç Arasında Geçenleri Tatlıya Bağlaması

- Hz. Ömer, Firuz ed-Deylemî’ye şu mektubu yazdı:
“Duyduğuma göre halis ekmekle bal yemek seni herşeyden fazla meşgul etmekteymiş. Bu mektubum eline ulaştığında Medine’ye gel. Allah’ın bereketi üzerine olsun! Allah yolunda savaş! Bu emir üzerine Firuz, Medine’ye geldi. Huzuruna girebilmek için Hz. Ömer’den izin istedi. Bu sırada daha önce girmek isteyen Kureyşli bir genç onu kapıda sıkıştırdı. Firuz da elini kaldırarak onun burnuna bir yumruk indirdi. Kureyşli genç kanlar içerisinde Hz. Ömer’in yanına girdi. Hz. Ömer bunu kimin yaptığını sordu. O da
“Firuz yaptı. Kendisi de şu anda kapıdadır” dedi. Hz. Ömer, girmesi için Firuz’a izin verdi. İçeri girdiğinde ona
“Ey Firuz! Nedir bu? Bu genci niçin dövdün?” diye sordu. O da şunları söyledi:
“Ey Mü’minlerin Emîri! Biz yakın zamana kadar saltanatı elimizde bulunduruyor ve halktan itaat ve saygı görüyorduk. Sen mektup yazarak beni huzuruna çağırdın. O ise çağrılmamıştır. Girmem için bana izin verdin. O ise izin almaksızın ve beni tepeleyerek girmeye kalkıştı. İşte bu suretle de sana haber verilen hadise cereyan etti” dedi. Hz. Ömer de
“Sana kısas gerekiyor” dedi. Firuz
“Bu, yapılması zorunlu bir şey midir?” diye sordu. Hz. Ömer
“Evet, bu zorunlu birşeydir” dedi. O zaman Firuz dizüstü yere çöktü ve gençten kısas yapmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Ömer gence
“Ey genç! Biraz bekle! Hz. Peygamber’in bu zat hakkında buyurmuş olduğunu dinlemeden kısas yapma. Hz. Peygamber bir sabah bizlere şöyle buyurmuştur:
“Yemen’de peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Esved el-Ansî bu gece öldürüldü. Onu Allah’ın sâlih kullarından Firuz ed-Deylemî öldürdü.” Acaba bunları duyduktan sonra da ondan kısas almak ister misin?” dedi. Genç de
“Hayır, Hz. Peygamber’in bu sözlerini duyduktan sonra ben de onu affediyorum” dedi. Firuz, Hz. Ömer’e
“Onun affetmesi beni bu günahtan kurtarır mı? Çünkü ben ona vurduğumu ikrar ettim. O da, sıkıştırılmaksızın beni affetti” diye sordu. Hz. Ömer de
“Evet bu seni günahtan kurtarır” buyurdu. Bunun üzerine Firuz
“Ben de seni şahit tutarak kılıcını, atımı ve malımdan da otuzbin dirhemi bu gence veriyorum” dedi. Hz. Ömer de gence dönerek
“Ey Kureyşli kardeş! İşte görüyorsun ya, sen onu Allah için affettin; Allah Teâlâ da sana sevabının yanısıra birçok da dünya malı ihsan etti” dedi.[1]


[1] Kenz VII/83 (İbn Asakir, Harmavi ya da Harmazi’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/147-148.

Hz. Ömer’in Efendisinin Zina Yaptığı İddiasıyla Tenasül Uzvunu Yaktığı Bir Cariyeyi Azat Etmesi

- Bir cariye Hz. Ömer’e gelerek
“Efendim beni zina yapmakla suçlayarak ateş üzerine oturttu. Bu yüzden tenasül uzvum yandı” diye şikayette bulundu. Hz. Ömer ona
“Efendin seni zina halinde mi yakaladı?” diye sordu. Kadın
“Hayır!” dedi. Hz. Ömer
“Peki sen zina ettiğine dair bir itirafta bulundun mu?” dedi. Kadın yine
“Hayır!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer
“O adamı derhal bana getiriniz!” emrini verdi. Adam getirildiğinde Hz. Ömer ona
“Sen insanlara ne hakla Allah’ın azabı ile (ateşle) azap ediyorsun!” dedi. Adam da
“Ey Mü’minlerin Emîri! Onun zina etmiş olmasından şüpheleniyordum” diye mazeret beyan etti. Hz. Ömer de
“Onun zina ettiğini gördün mü?” dedi. Adam
“Hayır!” cevabını verdi. Hz. Ömer bu kez
“O sana zina ettiğine dair bir itirafta bulundu mu?” diye sordu. Adam yine
“Hayır!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:
“Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki eğer Hz. Peygamber’in “Herhangi bir köle, efendisinden; çocuk da babasından intikam alamaz” buyurduğunu duymamış olaydım ben de senin tenasül uzvunu yakardım”. Sonra adama yüz kamçı vurdurarak cariyeye de şunları söyledi:
“Git! Sen artık Allah rızası için hürsün! Sen, Allah ve Rasûlünün hürriyetine kavuşturduğu bir kişisin. Tanıklık ederim ki ben Hz. Peygamber’in “Bir köle ateşte yakılır veya ibret olsun diye bazı organları kesilir ya da vücudunda yaralar açılacak olursa o artık hürdür; Allah ve Rasûlünün azatlısıdır” buyurduğunu kulaklarımla duydum”[1]


[1] Kenz VII/299 (Tabarani, Esvat’ta, İbn Asakir ve Beyhaki, İbn Abbas’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/148.

Hz. Ömer’in Bir Nebatî’nin[1] Kafasını Yaran Übâde b. Sâmit’i Yaranın Diyetini Vermeye Mahkum Etmesi

- Übâde b. Sâmit, Beytü’l-Makdis’in yanında, bir Nebatî’yi çağırarak ondan atını tutmasını istedi. Ancak Nebatî bunu kabul etmedi. Übâde ona vurarak başını yardı. Bunun üzerine adam Hz. Ömer’e çıkarak Übâde’yi şikayet etti. Hz. Ömer de onu çağırtarak
“Bu adamın başını niçin yardın?” diye sordu. Übade ise
“Ey Mü’minlerin Emîri! Ona atımı tutmasını söyledim, ancak beni dinlemedi. Ben de çabuk öfkelenen birisi olduğumdan ona vurdum” cevabını verdi. Hz. Ömer
“Şöyle otur, kısas yapılacak” dedi. O sırada orada bulunan Zeyd b. Sâbit kalkarak
“Kölen için kardeşinden kısas mı alacaksın?” dedi. Bu sözler üzerine Hz. Ömer kısastan vazgeçti ve yaranın diyetinin verilmesini emretti.[2]


[1] Nebati’ler Şam dolaylarında çiftçilikle uğraşan Hristiyanlara verilen addır. Bunlar Arap değillerdir.
[2] Kenz VII/303 (Beyhaki, Mekhul’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/149.

Hz. Ömer’in Müslüman Kadınlarından Birisine Hakaret ve Tecavüz Eden bir Yahudiyi Astırması

- Hz. Ömer, Şam’a geldiğinde ehl-i kitaptan bir kişi kalkarak
“Ey Mü’minlerin Emîri! Müslümanlardan birisi beni ne hale getirdi” dedi ve başındaki yarığı gösterdi. Hz. Ömer çok öfkelendi ve Suheyb’e
“Git, bu işi kim yapmışsa onu bana getir!” dedi. Suheyb gitti ve bu işi yapanın Avf b. Mâlik el-Eşcaî olduğunu öğrendi. Onu bularak kendisine
“Ey Avf! Mü’minlerin Emîri sana çok kızdı. Bana kalırsa sen önce Muaz b. Cebel’e git ve ondan halifeyle konuşmasının rica et! Yoksa Hz. Ömer’in huzuruna böyle çıkacak olursan aceleye getirip seni ağır bir şekilde cezalandırmasından korkuyorum” dedi. Hz. Ömer namazı bitirdikten sonra
“Suheyb nerede? O adamı bana getirdi mi?” diye sordu. Suheyb de
“Evet!” dedi. Bu arada Avf da Muaz b. Cebel’i bularak olayı ona anlatmış ve o da kalkıp gelmişti. Hz. Ömer’in bu sözleri üzerine Muaz b. Cebel kalkarak
“Ey Mü’minlerin Emîri! Bu işi yapan Avf b. Mâlik’tir. Ancak acele edip cezalandırmazdan önce onu bir dinle!” diye ricada bulundu. Hz. Ömer de Avf b. Mâlik’e hitâben
“Bunu niçin yaptın ey Avf?” dedi. O şöyle cevap verdi:
“Ey Mü’minlerin Emîri! Bu adam yolda eşeğiyle gitmekte olan müslüman bir kadını düşürebilmek için eşeğini hızlandırdı, fakat kadın düşmedi. Bunun üzerine kadını iterek eşekten düşürdü. Sonra da üzerine atılarak ona tecavüz etmeye kalkıştı”. O zaman Hz. Ömer
“Bana o kadını getir; bakalım senin söylediklerini doğrulayacak mı?” dedi.
Avf kalkıp o kadının evine gitti. Durumu onlara anlattığında kadının babasıyla kocası
“Niçin onun ismini verdin? Sen bizi rezil ettin!” dediler. Kadınsa
“Allah’a yemin ederim ki, ben bu zatla gidip olanları Ömer’e anlatacağım” dedi. Kocası ile babası da
“Hayır, sen evde kal. Biz gider söyleriz” dediler. Böylece Hz. Ömer’e gelip Avf’ın söylediklerini doğruladılar. Hz. Ömer o yahudinin asılmasını emrederek
“Ben sizinle müslüman kadınlara tecavüz edesiniz diye sulh yapmadım” dedi. Sonra da çıkıp halka şunları söyledi:
“Ey insanlar! Muhammed’in güvencesi hususunda Allah’tan korkup onu suistimal etmeyiniz. Müslüman olmayanlardan kim böyle bir şey yapmaya kalkışırsa artık onun için güvence yoktur”. O adam hakkında Süveyd:
“Bu yahudi, İslâm tarihinde asılan ilk yahudidir” der.[1]


[1] Kenz II/299 (Ebu Ubeyd, Beyhaki ve İbn Asakir, Süveyd b. Gafle’den); Heysemi VI/13 (Taberani, Avf b. Malik’ten muhtasar olarak). Hz. Ömer Şam’daki yahudi ve hristiyanlarla bir anlaşma yapmış ve onları İslam’ın himayesine almıştı. Bu anlaşmanın maddeleri arasında müslüman bir kadına tecavüz eden ehl-i kitabın asılması da vardı.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/149-150.

Hz. Ömer’in Öldürülen Bir Yahudi’nin Katilini Araması; Sonra da “Müslüman Bir Kadına Tecavüz Ettiği İçin Onu Ben Öldürdüm” Diyen Bekir b. Şeddah’ı Bağışlaması

- Leysoğulları kabilesinden Bekir b. Şeddah küçüklüğünde Hz. Peygamber’e hizmet edenlerden birisiydi. İhtilam olup büluğ çağına erdiğinde, Hz. Peygamber’e gelerek
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben şimdiye kadar ailelerinizin yanına girip çıkıyordum. Ama artık büluğa erdim; bundan sonra onların yanına girmeyeyim” dedi. Hz. Peygamber de ona
“Ey Rabb’im! Onun sözünü doğru kıl! Kendisine zafer nasip eyle!” diye dua etti. Hz. Ömer’in hilâfeti devrinde bir yahudi ölü olarak bulundu. Bu hadise Hz. Ömer’e çok ağır geldi ve üzüldü. Minbere çıkarak
“Ey insanlar! Allah’ın bana vermiş olduğu bu hilâfet zamanında insanlar da mı öldürülecekti? Size Allah ile yemin verdiriyorum ki bu adamın öldürülüşü hakkında bilgi sahibi olanlar bana haber versin!” dedi. Bunun üzerine Bekir b. Şeddah ayağa kalkarak
“Onu ben öldürdüm ey Mü’minlerin Emîri!” diye itiraf etti. Hz. Ömer de
“Allâhu Ekber! Demek onu öldürdüğünü itiraf ediyorsun! Peki sebep nedir, onu niçin öldürdün?” dedi. Bekir b. Şeddah şunları söyledi:
“Evet bir sebebim vardır. Şöyle ki; şu anda halen savaşta olan bir müslüman kardeşim gitmeden önce ailesini bana emanet etmişti. Bir gün oraya uğradığımda bu yahudiyi orada buldum. Şu şiiri okuyordu:
“Eş’as İslâm’ın sahte va’dlarına kanarak savaşa gitti ve ailesini yalnız bıraktı. O kendisi zayıf ve tüysüz bir bineğin sırtında akşamlarken ben onun karısının göğsünde sabahlıyor ve bütün bir geceyi onun karısıyla birlikte geçiriyorum”. Bu sözler üzerine Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in, onun hakkındaki sözlerini de gözönünde bulundurarak yahudiyi öldürme suçunu bağışladı.[1]


[1] Kenz VII/13 (İbn Mendeh ve Ebu Nuaym, Abdülmelik b. Ya’la el-Leysi’den); İsabe I/52 (İbn Ebi Şeybe’nin Şa’bi’den aynı manada rivayet ettiği kaydedilir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/150-151.

Hz. Ömer’in Öldürülen Bir Yahudi’nin Katilini Araması; Sonra da “Müslüman Bir Kadına Tecavüz Ettiği İçin Onu Ben Öldürdüm” Diyen Bekir b. Şeddah’ı Bağışlaması

- Leysoğulları kabilesinden Bekir b. Şeddah küçüklüğünde Hz. Peygamber’e hizmet edenlerden birisiydi. İhtilam olup büluğ çağına erdiğinde, Hz. Peygamber’e gelerek
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben şimdiye kadar ailelerinizin yanına girip çıkıyordum. Ama artık büluğa erdim; bundan sonra onların yanına girmeyeyim” dedi. Hz. Peygamber de ona
“Ey Rabb’im! Onun sözünü doğru kıl! Kendisine zafer nasip eyle!” diye dua etti. Hz. Ömer’in hilâfeti devrinde bir yahudi ölü olarak bulundu. Bu hadise Hz. Ömer’e çok ağır geldi ve üzüldü. Minbere çıkarak
“Ey insanlar! Allah’ın bana vermiş olduğu bu hilâfet zamanında insanlar da mı öldürülecekti? Size Allah ile yemin verdiriyorum ki bu adamın öldürülüşü hakkında bilgi sahibi olanlar bana haber versin!” dedi. Bunun üzerine Bekir b. Şeddah ayağa kalkarak
“Onu ben öldürdüm ey Mü’minlerin Emîri!” diye itiraf etti. Hz. Ömer de
“Allâhu Ekber! Demek onu öldürdüğünü itiraf ediyorsun! Peki sebep nedir, onu niçin öldürdün?” dedi. Bekir b. Şeddah şunları söyledi:
“Evet bir sebebim vardır. Şöyle ki; şu anda halen savaşta olan bir müslüman kardeşim gitmeden önce ailesini bana emanet etmişti. Bir gün oraya uğradığımda bu yahudiyi orada buldum. Şu şiiri okuyordu:
“Eş’as İslâm’ın sahte va’dlarına kanarak savaşa gitti ve ailesini yalnız bıraktı. O kendisi zayıf ve tüysüz bir bineğin sırtında akşamlarken ben onun karısının göğsünde sabahlıyor ve bütün bir geceyi onun karısıyla birlikte geçiriyorum”. Bu sözler üzerine Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in, onun hakkındaki sözlerini de gözönünde bulundurarak yahudiyi öldürme suçunu bağışladı.[1]


[1] Kenz VII/13 (İbn Mendeh ve Ebu Nuaym, Abdülmelik b. Ya’la el-Leysi’den); İsabe I/52 (İbn Ebi Şeybe’nin Şa’bi’den aynı manada rivayet ettiği kaydedilir).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/150-151.

Hz. Ömer’in Zımmîlerden Birini Öldüren Bir Müslümanı Diyet Ödemeye Mahkum Etmesi ve Bu Konuda Ebu Ubeyde’ye Mektup Göndermesi

- Müslümanlardan bir kişi Şam’da zimmîlerden birisini öldürmüştü. Hadise o sırada Şam valisi olan Ebu Ubeyde b. el-Cerrah’a bildirildi. O da bu mesele hakkında Hz. Ömer’e bir mektup yazdı. Hz. Ömer ona şu cevabı yolladı: “Eğer o kişi adam öldürme işini âdet edinip Yahudiyi de bilerek öldürmüşse boynunu vurdur. Yok eğer kaza sonucu olmuş birşeyse onu dörtyüz dirhem diyet ödemeye mahkum et!”[1]


[1] Kenz VII/298 (Abdurrezzak ve Beyhaki, Kasım b. Ebi Bezze’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/151.

Hz. Ömer’in İslam Askerlerini Eman Verdikleri Düşmanları Öldürmekten Menetmesi

- Hz. Ömer kendi tayin ettiği kumandanlarından birisine şu mektubu gönderdi.
“Kulağıma geldiğine göre içinizden bazıları İran askerlerini kovalayıp bir dağda sıkıştırdıklarında onlara Farsça “Korkmayın!” diyor ve kendilerine güvenip de teslim olanları öldürüyorlarmış. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim bundan sonra kimin böyle bir şey yaptığını duyacak olursam onun boynunu vurduracağım.”[1]
- Hz. Ömer askerlerine şu mektubu gönderdi. “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki sizden kim eman verdiğini göstermek için elini göğe kaldırıp sonra da teslim olan düşman askerlerini öldürürse ben de kendisini öldüreceğim.”[2]


[1] Kenz VII/298 (İmam Malik, Küfeli birisinden).
[2] Kenz II/298 (İbn Saad ve Le’lekai, Ebu Seleme’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/151-152.

Hz. Ömer’le Hürmüzan Arasında Geçenler ve Hürmüzan’ın Müslüman Olması

- Enes b. Mâlik şöyle anlatıyor: Tüster kasabasını muhasara altına almıştık. Sonunda İran’lıların komutanı Hürmüzan Hz. Ömer’in şartlarını kabul ederek teslim oldu. Onu alıp Hz. Ömer’in yanına götürdük. Hz. Ömer ona konuşmasını emretti. O da
“Öldürülecek miyim yoksa sağ mı bırakılacağım. önce bunu öğreneyim ki ona göre konuşayım” dedi. Hz. Ömer ona teminat makamında
“Konuş! Bir zarar görmeyeceksin!” dedi. Bunun üzerine Hürmüzan şunları söyledi:
“Allah iki taraftan birisine, yani siz Araplarla biz İran’lılardan birine yardım etmediği sürece sizi öldürüyor ya da köle yapıyor ve mallarınızı da gasbediyorduk. Ne zamanki Allah size yardım etmeye başladı işte o günden beri gücümüz de yetmez oldu”. Bu sözler üzerine Hz. Ömer bana dönerek
“Sen bu konuda ne diyorsun?” diye sordu. Ben de
“Ey Mü’minlerin Emîri! Onun arkasında çok büyük bir düşman ordusu bulunmaktadır. Bunlar çok da güçlüdürler. Eğer Hürmüzan’ı öldürecek olursan bu ordular hayatlarından ümit keserek kanlarının son damlasına kadar çarpışacaklar ve böylece savaş daha da şiddetlenecektir” dedim. Hz. Ömer bu kez
“Ne yani Berâ’ b. Mâlik ile Meczee b. Sevr’in kâtilini öldürmeyeyim mi?” dedi. Onun Hürmüzan’ı öldürmesinden korkarak
“Sen onu öldüremezsin. Çünkü kendisine “Konuş! Bir zarar görmeyeceksin!” diye teminat verdin!” dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer
“Ondan rüşvet almışsın ki kendisini destekler gibi konuşuyorsun” dedi. Ben de
“Hayır, Allah’a yemin ederim ki ne o bana rüşvet verdi ve ne de ben ondan herhangi bir şey aldım” dedim. Hz. Ömer
“O zaman, ya benim “Konuş! Bir zarar görmeyeceksin!” dediğime dair bir şahit getirirsin ya da sana gereken cezayı veririm” dedi. Ben de kendime bir şahit aramaya başladım. Nihayet Hz. Zübeyr’i buldum; o şahitlik yapabileceğini söyledi. Onunla birlikte Hz. Ömer’in yanına gittik ve o şahitliğini yaptı. Hz. Ömer de Hürmüzan’ı öldürmekten vazgeçti. Sonra da müslüman olan Hürmüzan’a maaş bağladı.[1]


[1] Beyhaki IX/96 (Ayrıca yine aynı yerde Cübeyr b. Hayye tarikiyle ve başka bir siyakla daha rivayet edilmiştir.); Kenz II/298 (İmam Şafii’den muhtasar olarak); Bidaye VII/87.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/152.

Hz. Ömer’in Zımmîlerden Bir İhtiyara Beytül-Mal’dan Maaş Bağlatması

- Abdullah b. Ebî Hadred el-Eslemî şöyle anlatıyor: Hz. Ömer’le birlikte Câbiye’ye gitmiştik. Orada dilenmekte olan yaşlı birisini gördük. Hz. Ömer onun kim olduğunu sordu.
“Zımmîlerden biridir; yaşlanmış ve zayıf düşmüştür. Artık bir iş yapamadığından dileniyor” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer ondan cizye alınmamasını emrederek
“Siz, zayıf düşüp eli iş yapamayacak hale gelinceye dek ondan cizye aldınız. Şimdi ise onu kendi haline terketmişsiniz. O da dilenmek zorunda kalmış” dedi ve bu yaşlı adama beytü’l-maldan on dirhem maaş bağladı. Sonradan öğrendik ki bu adamın bakıma muhtaç çocukları da varmış.[1]
- İhtiyar bir zımmînin mescit kapılarında dilenmekte olduğunu gören Hz. Ömer ona “Biz sana insaflı davranmadık. Gençliğinde senden cizye aldık; ihtiyarlayıp artık işe yaramaz hale geldiğinde ihmal edip kendi halinle başbaşa bıraktık!” dedi. Sonra da bu yaşlı adama Beytü’l-maldan kendisini idare edecek bir maaş bağladı.[2]


[1] Kenz II/301 (İbn Asakir ve Vakidi’den).
[2] Kenz II/302 (Ebu Ubeyd, İbn Zencuye ve Ukayli, Hz. Ömer’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/153.

Hz. Ömer’in, Askerleri Tarafından Bağı Yağmalanan Bir Gayr-i Müslimin Zararını Karşılaması

- İslam askerleri Câbiye’de iken zımmîlerden bir kişi Hz. Ömer’e gelerek
“Ey Ömer! Askerlerin benim bağıma girip üzümlerimi yediler ve orasını talan ettiler!” diye şikayette bulundu. Daha sonra dışarı çıkan Hz. Ömer arkadaşlarından birisiyle karşılaştı. Bu kişi miğferini üzümle doldurmuştu. Hz. Ömer
“Sen de mi bunu yapacaktın? Hiç beklemezdim!” diye onu kınadı ve azarladı. Bunun üzerine adam
“Ey Mü’minlerin Emîri! Çok acıkmıştık; mecburiyet karşısında böyle birşeye yeltendik” diye özür diledi. Hz. Ömer de bağ sahibinin zararının ödenmesini emretti.[1]


[1] Kenz II/299 (Ebu Ubeyd, Yezid b. Malik’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/153.

Hz. Ömer’in Delili Daha Kuvvetli Olduğu İçin Bir Müslümanla Davalanan Yahudinin Lehinde Karar Vermesi

- Aralarında anlaşmazlığa düşen bir yahudi ile bir müslüman Hz. Ömer’e başvurdular. O da yahudiyi haklı bularak onun lehine karar verdi. Yahudi
“Allah’a yemin ederim ki sen hakla hükmettin!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer ona kumaşıyla vurarak
“Benim hakla hükmettiğim sonucuna nasıl varabiliyorsun?” diye sordu. Yahudi de şu cevabı verdi:
“Tevrat’ta okuduğumuza göre hak ve adaletle hükmeden bir hâkime, sağ ve solunda bulunan melekler yardımcı olur, onu hak ve doğruya iletirler. Bu durum onun hakta sebat etmesiyle kayıtlıdır. Yoksa haktan uzaklaştığında o iki melek göğe çekilerek onu yalnız bırakırlar”[1]


[1] Terğib III/455 (İmam Malik, Said b. el-Müseyyeb’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/153-154.

Hz. Ömer’in, Kamçısıyla Vurduğu Seleme’den Helallik Dilemesi

- İyas b. Seleme’nin babası şöyle anlatıyor: Hz. Ömer bir gün çarşıdan geçiyordu. Elinde de kamçısı vardı. Onunla elbisemi çekiştirerek
“Kenara çekil, yolu kapatıyorsun!” dedi. Bundan bir sene sonra yine bir gün karşılaştık; bana
“Ey Seleme! Hacca gitmek istiyor musun?” dedi. Ben de
“Evet!” dedim. Bunun üzerine elimden tutup evine götürerek bana altıyüz dirhem verdi ve
“Bunu hac masrafların için harca! Şunu da bil ki ben bu parayı sana, vurduğum o kamçıdan dolayı veriyorum” dedi. Ben,
“Ey Mü’minlerin Emîri! Ben onu çoktan unutmuştum” dedim. Hz. Ömer
“Bense hiç unutmadım!” dedi.[1]


[1] Taberi V/32 (İyas b. Seleme’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/154.

Hz. Osman’ın Adaleti; Hz. Osman’ın Bir Zamanlar Kulağını Çektiği Köleye Kendi Kulağını Çektirtmesi

- Hz. Osman bir gün kölesini çağırtarak ona
“Hatırlıyor musun, bir keresinde senin kulağını çekmiştim? Şimdi sen de benimkini çek de ödeşelim” dedi. Köle de onun kulağını tutup çekmeye başladı. O çekerken Hz. Osman şöyle diyordu:
“Daha sert çek; çünkü bu dünyadaki kısas âhiretinkinin yanında hiç mesâbesinde kalır.”[1]


[1] Muhibb et-Taberi, er-Riyadu’n-Nadare fi Menakıbi’l-Aşere II/111 (Semma’nın Muvafakat adlı eserinden).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/154.

Hz. Ömer’in Ölümüne Sebep Olduğu Bir Kişi Hakkında Müşaverede Bulunması ve Hz. Osman’ın da Bir Keçi Kurban Etmesi Gerektiğini Söylemesi

- Hz. Ömer bir cuma günü Mekke’ye gelerek doğruca Dâru’n-Nedve’ye gitti. Oradan da cuma namazı için mescide gidecekti. Abasını çıkararak oradaki direklerden birine astı. Bu sırada bir güvercin gelip o abanın üzerine kondu, Hz. Ömer de onu oradan kovaladı. Güvercin başka bir yere kondu; işte tam o anda bir yılan onu kapıverdi.
Cuma namazından sonra halk Hz. Osman’la birlikte onun yanına gittiler. Hz. Ömer onlara
“Ben bugün bir şey yaptım. Cuma’dan önce buraya gelmiştim. Burada biraz dinlenip mescide öyle gidecektim. Abamı da şu direğe asmıştım. Üzerine bir kuş kondu. Ben de kirletmesin diye onu kovaladım. Kuş kaçıp başka bir yere kondu ama konar konmaz da bir yılan onu yakalayıverdi. Sonra kendi kendime
“Ben o kuşu emin bulunduğu bir yerden kovaladım ve ölümüne sebep oldum” diye düşündüm ve vicdan azabı çektim. Siz bu konuda ne dersiniz?” dedi. O zaman Nâfi b. Abdi’l–Hâris Hz. Osman’a dönerek
“Sen ne dersin ey Osman? Emîrü’l-Mü’minîn keffaret olarak üç yaşına basmış beyaz bir keçi kurban etsin mi?” dedi. Hz. Osman da
“Bence de çok uygundur” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer söylenildiği gibi bir keçi bularak kurban etti.[1]


[1] İmam Şafii, Müsned s.47 (Nafi’ b. Abdi’l-Haris’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/154-155.

Hz. Ali’nin Adaleti; Hz. Ali’nin İsfahan’dan Getirilen Ganimetlerin Dağıtılması Esnasında Çok Titizlik Göstermesi

- Hz. Ali’ye İsfahan’dan ganimet malları getirilmişti. O da onları yedi parçaya ayırdı; sonra da bir çöp alıp onu kırarak her bir parçanın üzerine bir tanesini bıraktı. Daha sonra ise askerlerin komutanlarını çağırtarak hangisine daha önce verilecek diye aralarında kura çektirdi.[1]


[1] Beyhaki VI/348 (İbn Asakir, Küleyb’den); Kenz III/116, İbn Abdi’l-Berr, İstiab III/49
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/155.

Hz. Ali’nin Allah Katında Arap ile Acem’in Bir Farkı Olmadığını Söylemesi

- Birisi Arap, diğeri de onun azatlılarından olan iki kadın yardım istemek üzere Hz. Ali’ye geldiler. Hz. Ali onların her birine birer ölçek yiyecekle kırkar dirhem para verilmesini emretti. Bunun üzerine Arap olan kadın
“Ey Mü’minlerin Emîri! Bana şu Acem kadına verdiğin kadar mı veriyorsun? Halbuki ben Arap asıllıyım, o ise bir Acem’dir (Arap olmayan birisidir)” dedi. Hz. Ali ise
“Allah’ın kitabına baktım ve orada Hz. İsmail’in evlatlarının Hz. İshak’ın evlatlarından üstün olduklarına dair bir şey görmedim (Allah katında Arap ile Acem arasında hiç bir fark yoktur)” dedi.[1]


[1] Beyhaki VI/349 (İsa b. Abdillah el-Haşimi’den, o babasından, o da kendi babasından).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/155-156.

Hz. Ali’nin, Dost Düşman Herkese Adaletli Davranmanın Allah’ın Emri Olduğunu Söylemesi

- Ca’de b. Hübeyre Hz. Ali’ye gelerek şunları söyledi:
“Ey Mü’minlerin Emîri! Sana iki kişi geliyor; birisi seni canından ve malından daha fazla seviyor; diğeri ise elinden gelse seni kesmek istiyor. Sense tutup düşmanının lehinde, dostunun aleyhinde hüküm veriyorsun. Bu nasıl oluyor?” Hz. Ali onun göğsüne bir yumruk indirerek
“Eğer benim gönlüme bırakılmış olsaydı böyle yapardım ancak hüküm. Allah’ındır!” dedi.[1]


[1] Kenz III/166 (İbn Asakir, Ali b. Rabia’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/156.

Hz. Ali’nin Sabahleyin Gelip Yer Tutmuş Olan Pazarcıların Gönülleriyle Orasını Terketmedikçe Bulundukları Yerden Uzaklaştırılamayacaklarını Söylemesi

- Asbağ b. Nebâte şöyle anlatıyor: Hz. Ali ile birlikte pazara gittik. Pazar düzensizdi ve herkes dilediğince tezgah kurmuştu. Hz. Ali
“Burası niye böyledir?” diye sordu. Ona
“Pazarcılar, kendilerine ayrılmış bölgeyle yetinmeyip başkasının yerine geçmiş” dediler. Hz. Ali de şöyle dedi:
“Onların böyle bir hakları vardır; çünkü müslümanların pazarı, namazgahları ve mescitleri gibidir. Kim daha önce gelip orada bir yer kapmışsa orasını kendi gönlüyle terketmedikçe o yer akşama kadar ona ait olur.”[1]


[1] Kenz III/176 (Ebu Ubeyd, Emval adlı kitabında).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/156.

Abdullah b. Revâha’nın Adâleti; Abdullah’ın Kendisine Rüşvet Teklif Eden Hayberlilere “Hz. Peygamber’i Sevip Sizden İğrenmem Adalet Yapmamı Engellemez” Demesi

- Abdullah b. Revâha her sene Hayber’e gider ve oradaki hurma bahçelerinin mahsulünü tahmin eder, yani eksperlik yapardı. Sonra da sahiplerini bu tahmin ettiği miktarın yarısını ödemekle mesul tutardı. Bir seferinde Hayberliler Hz. Peygamber’e gelerek Abdullah’ın tahmininde insafsızlık yaptığını söylediler. Diğer taraftan da Abdullah’a rüşvet vermek istediler. Fakat o
“Ey Allah’ın düşmanları! Bana haram mı yedireceksiniz? Allah’a yemin ederim ki ben, benim için insanların en sevimlisi olan zatın (Hz. Peygamber’in) yanından geliyorum. Sizlere gelince; siz benim yanımda maymun ve domuz sürülerinden daha iğrençsiniz. Ancak Hz. Peygamber’i sevip sizlerden iğrenmem adaletsizlik yapmama neden olamaz” dedi. Onlar da
“İşte gökler ve yerler bugüne kadar ayakta kalabilmişse, bu, böyle adaletli hükümler sayesinde gerçekleşebilmiştir” dediler.[1]


[1] Bidaye IV/199 (Beyhaki, İbn Ömer’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/156-157.

Mikdad b. Esved’in Adaleti; Mikdad’ın Komutanı Tarafından Dövülen Bir Askerin Hakkını Araması

- İçlerinde Mikdad b. Esved’in de bulunduğu bir askerî birlik düşmanlar tarafından kuşatılmıştı. Birliğin başındaki emir hiç kimsenin bineğini otlatmaya çıkarmamasını emretti. Ancak bu emri duymayan bir asker bineğini otlatmaya çıkardı; emir de haber aldığında onu dövdü. Adam
“Hayatımda hiç bu kadar dayak yememiştim” diye söylenerek yerine dönüyordu. Yolda Mikdad b. Esved’le karşılaştı. Onun perişan halini gören Mikdad ne olduğunu sordu. Adam da başına gelenleri anlattı. Bunun üzerine Mikdad b. Esved kılıcını kuşanıp adamı da yanına alarak emirin yanına gitti. Mikdad emire
“Bu adamı dövmeye hakkın yoktu. Kısas yapılması gerekiyor” dedi. Emir de bunu kabul ederek adama kendisini dövebileceğini söyledi. Ancak adam onu affetti. Bu olanlar üzerine Mikdad
“Yemin ederim ki artık İslâm’ın hâkim olduğunu görebileceğim” diyerek emîrin yanından çıktı.[1]


[1] Ebu Nuaym, Hilye I/176 (Haris b. Süveyd’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/157.

Hz. Ebubekir’in Allah Korkusundan Bir Kuşa Söyledikleri

- Hz. Ebubekir bir gün ağaç dalına konmuş bir kuş görerek şunları söyledi:
“Ey kuş! Ne mutlu sana! Allah’a yemin ederim ki, ben de senin gibi olup ağaçlara konmayı ne kâdar isterdim. Sen ki ağaçların meyvesinden yeyip oradan oraya uçuyorsun. Ne hesabın ve ne de azabın var. Yemin ederim ki bir yol kenarındaki ağaç olmayı ne kadar isterdim. Yanımdan geçip gitmekte olan develer beni yeyip sonra da dışkı olarak çıkaraydı; yeter ki insanoğlu olmayaydım”[1]
- Hz. Ebubekir bir gün bir serçeyi uzun uzun seyrederek şunları söyledi:
“Ey serçe! Ne mutlu sana! Meyvelerden yiyor, ağaçtan ağaca uçuyorsun. Ne hesabın var, ne de azabın. Allah’a yemin ederim ki ben de bir koç olmayı çok isterdim. Sahiplerim beni besleyip; semizlendiğimde de keseler; bir kısmımla kızartmalar yapıp geri kalanımı da kavurma haline getirelerdi. Sonra beni yeyip lağıma atılan bir pislik olarak çıkaralardı. Keşke bir insan olarak yaratılmış olmayaydım.”[2]
- Hz. Ebubekir bir gün şöyle demiştir: “İsterdim ki mü’min bir kulun vücudunda biten bir kıl olaydım.”[3]
- Hz. Ömer şunları söylemiştir: “Keşke bir koç olsaydım. Sahiplerim beni beslerler ve semirtirler; sonra da ziyaretlerine gelen bazı dostları için keserlerdi. Böylece de etimden bir kısmını kızartıp geri kalanını kavurma halinde saklayalar ve yedikten sonra da pislik olarak çıkaralardı da beşer olmasaydım.”[4]


[1] Müntehab-ı Kenz IV/361 (İbn Ebi Şeybe, Hennad ve Beyhaki, Dahhak’tan).
[2] Müntehab-ı Kenz IV/361 (İbn Fethaveyh, el-Vecel adlı kitabında Dahhak b. Müzahim’den).
[3] Müntehab-ı Kenz IV/361 (İmam Ahmed, Zühd adlı kitabında Hz. Ebubekir’den)
[4] Hennad; Ebu Nuaym, Hilye I/52 ve Beyhaki, Dahhak’tan. Bu ve buna benzer diğer sözler tevazudan kaynaklanmaktadır. Yoksa Hulefa-i Raşidin, beşerin mahlukatın en şereflisi olduğunu ve mü’min olurlarsa herşeyin kendilerine itaat edeceğini biliyorlardı.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/158.

Hz. Ömer’deki Allah Korkusu ve Bu Konuda Söyledikleri

- Âmir b. Rabîa şöyle anlatıyor: Hz. Ömer’i gördüm; yerden bir saman çöpü alarak şöyle dedi:
“Keşke ben de senin gibi bir saman çöpü olaydım. Keşke hiç yaratılmamış olaydım. Keşke ben bir hiç olaydım ve annem beni doğurmayaydı. Keşke unutulup gideydim.”[1]
- Hz. Ömer şöyle demiştir:
“Eğer gökten birisi seslenerek “Ey insanlar! Biriniz hâriç hepiniz cennete gireceksiniz!” deseydi o kişinin ben olmasından korkardım. Yine gökten seslenilerek
“Ey insanlar! Biriniz hâriç hepiniz cehenneme gireceksiniz!” denilmiş olsaydı o bir kişinin de ben olmasını ümit ederdim.”[2]


[1] İbnü’l-Mübarek, İbn Sa’d, İbn Ebi Şeybe, Müseddid ve İbn Asakir.
[2] Ebu Nuaym, Hilye I/53 (Hz. Ömer’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/159.

Hz. Ömer’in Ebu Musa el-Eş’arî’ye “İyiliklerimle Kötülüklerimin Denk Gelmesini İsterdim” Demesi

- Ebu Musa el-Eş’arî ile karşılaşan Hz. Ömer ona
“Ey Musa! Hz. Peygamber zamanında yapmış olduğun sâlih amellerinin sana kalıp da diğer amellerinde iyiliklerle kötülüklerinin birbirine denk olmasını ister miydin?” diye sordu. O da
“Hayır ey Mü’minlerin Emîri! İstemezdim; çünkü Basra’ya vali olarak gittiğimde ora halkını cehalet, dinsizlik ve bilgisizlik içerisinde yüzerlerken buldum. Onlara Kur’an’ı ve sünneti öğrettim; onları Allah yolunda cihada çıkardım. Allah Teâlâ’nın bunların karşılığını vereceğini ümit ediyorum” diye cevap verdi. Hz. Ömer’se
“Ben iyiliklerimle kötülüklerimin birbirine denk olmasını; ne kârda ve ne de zararda olmayı çok isterdim. Çünkü o zaman Hz. Peygamber devrinde yapmış olduğum sâlih amellerim bana kâfi gelirdi” dedi.[1]


[1] Müntehab-ı Kenz IV/401 (İbn Asakir, İbn Ömer’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/159.

Hz. Ömer’in Hançerlendiğinde Allah Korkusundan “Günahımla Sevabımın Birbirine Eşit Olmasını isterdim” Demesi

- İbn Abbas şöyle anlatıyor: Hz. Ömer bıçaklandığında yanına gittim. Ona
“Ey Müminlerin Emîri! Sana müjdeler olsun, sevinmelisin! Çünkü Allah Teâlâ seninle yeni yeni şehirler kurdu, nifak ve fitneyi ortadan kaldırdı. Yine senin sayende müslümanların rızıklarını genişletti” dedim, Bana
“Ey Abbas’ın oğlu! Sen beni iyi bir yönetici olduğum için mi methediyorsun?” dedi. Ben de
“Ey Mü’minlerin Emîri! Seni, bunun dışında birçok güzel işlerinle de methediyorum” dedim. Bunun üzerine
“Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki dünyaya nasıl gelmişsem, aynı şekilde günahım ve sevabım birbirine denk olarak gitmeyi çok isterdim” buyurdu.[1]
- İbn Abbas şöyle anlatıyor: Hz. Ömer yaralandığında yanına giderek şunları söyledim:
“Ey Mü’minlerin Emîri! Seni cennetle müjdeliyorum. Çünkü sen Hz. Peygamber’le uzun bir süre arkadaşlık yaptın, ona çok büyük yardımlarda bulundun. Sonra müslümanların başkanı oldun ve bu konuda büyük başarılar gösterip görevini hakkıyla yerine getirdin”. Bunun üzerine o şöyle dedi:
“Ey Abbas oğlu! Sen beni cennetle müjdelemektesin! Bense, kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki dünya ve içindekilerin hepsi benim olsaydı o dehşetli günü görmemek için hepsini verirdim. Başkanlık konusuna gelince yemin ederim ki bu konuda günahımla sevabım eşit olsun, bu benim için yeterlidir. Geriye bir tek ümidim kalıyor; o da Hz. Peygamber’le olan arkadaşlığımdır.”[2]
- Hz. Ömer, İbn Abbas’ın sözleri üzerine
“Beni oturtunuz!” dedi. Tutup kaldırdılar; o zaman İbn Abbas’a, sözlerini bir kere daha tekrarlattı. Sonra
“Kıyamet günü, Allah Teâlâ’nın huzurunda da benim için bu şahitliği yapar mısın?” diye sordu. İbn Abbas’ın
“Evet; Allah’ın huzurunda da şahitliğini yaparım” demesi üzerine de çok sevindi.[3]


[1] Ebu Nuaym, Hilye I/52; Mecma IX/76 (Tabarani, İbn Ömer’den ve Ebu Ya’la da Ebu Rafi’den); İbn Sa’d III/254 (İbn Abbas’tan bir benzerini).
[2] İbn Sa’d III/256.
[3] İbn Sa’d III/257 (Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/159-160.

Hz. Ömer’in Vefatı Esnasında Allah Korkusundan Dolayı Söyledikleri

- İbn Ömer şöyle anlatıyor: Vefatından hemen önce Hz. Ömer’in başı dizlerimin üzerindeydi. Bana
“Başımı yere koy!” dedi. Ben de
“Ha dizimde durmuş, ha yerde; senin için ne zararı var” dedim. O ise
“Sen yine de yere koy” dedi. Başını yere koyunca da şunları söyledi:
“Eğer Rabbim bana merhamet etmeyecek olursa vay benim hâlime, vay annemin hâline!”[1]
- Hz. Ömer hançerlendiği zaman şunları söyledi:
“Allah’a yemin ederim ki yeryüzü dolusu altınım olsaydı O’nun azabı gelmezden önce hepsini verip kendimi o azaptan kurtarmaya çalışırdım.”[2]


[1] Ebu Nuaym, Hilye I/52.
[2] Ebu Nuaym, Hilye I/52 (Misver’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/160-161.

Müslümanların Başında Bulunan Kimsenin Allah Yolunda Hiç Kimsenin Kınamasından Korkmaması

- Bir kişi Hz. Ömer’e gelerek
“Allah yolunda, kınayıcıların kınamalarından korkmamak mı yoksa kendini ibadete vermek mi daha hayırlıdır?” diye sordu. Hz. Ömer bu soruya şöyle cevap verdi:
“Kim müslümanların işlerinden herhangi birinin başına getirilecek olursa, Allah yolunda kınayıcıların kınamalarından korkmasın. Bu gibi işlerin başında bulunmayanlar da nefsini ıslaha yönelsin ve emri altında bulunduğu kişilere nasihat etsin.”[1]


[1] Kenz III/164 (Beyhaki, Said b. Yezid’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/161.

HALİFELERİN KENDİLERİNDEN SONRAKİ HALİFELERE TAVSİYELERDE BULUNMASI

Ebubekir Sıddîk’ın Kendisinden Sonra Halife Olmasını İstediği Hz. Ömer’e Bazı Öğütler Vermesi

- Hz. Ebubekir hilâfeti kendisine devretmek istediğinde Hz. Ömer’i çağırtarak ona şunları söyledi “Seni, gece-gündüz çalışmayı gerektiren ve insanı çok yoran bir görev vermek için çağırttım. Ey Ömer! Allah’tan kork; emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçın! Takva sahipleri kurtuluşa ermiş olup bütün tehlikelerden korunmuştur. Sana halifeliği devrediyorum. Onu ancak hakkını verebilecek olanlar alabilir. Kim başkalarına hakkı emredip kendisi bâtılla amel eder; yine başkaları için iyiliği emreder kendisi kötülük yaparsa emniyeti kesilir, amelleri boşa çıkar. Başlarına halife olduğun zaman elinden geldiğince karnını onların mallarıyla şişirmemeye ellerini müslümanların kanlarından korumaya; ırz ve haysiyetlerini ayaklar altına almamaya gayret et. Güç ve kuvvet sahibi ancak Allah’tır.”[1]
- Vefatından önce Hz. Ebubekir şöyle vasiyet etti: “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla! Bu, dünyadan ayrılıp âhirete kavuşmak üzere olan Ebubekir Sıddîk’ın yapmış olduğu en son ahittir. O bu ahdi kafir olanların iman ettiği, facirlerin ve günahkarların takvaya sarılıp yalancıların doğru söylediği bir zamanda yapıyor. Ben kendimden sonra Ömer’i halife olarak seçiyorum. Onun adaletle hükmedeceğine inanıyorum. Eğer adaleti zulme dönüştürecek olursa bu kendisi içindir; ben sadece hayır irade ediyorum ve gaybı da bilmiyorum “Zulmedenler hangi âkibete uğrayacaklarını yakında bileceklerdir”. (Şuarâ: 26/27). Daha sonra Hz. Ömer’i çağırtarak ona
“Ey Ömer! Seni sevenler olduğu gibi sevmeyenler de vardır. Zaten eskiden beri kötüler sevilir, hayırlılara ise bugzedilir”. Hz. Ebubekir’in hilâfeti kendisine devredeceğini anlayan Hz. Ömer
“Benim halife olmaya ihtiyacım yoktur” dedi. Hz. Ebubekir de şunları söyledi:
“Senin halife olmaya ihtiyacın yoksa bile halifeliğin sana ihtiyacı vardır. Sen Hz. Peygamber’i gördün, onun sohbetinde bulundun. Onun müslümanları kendi nefsine nasıl tercih ettiğini gördün. Öyle ki bize hediyeler gönderir; biz de bunları tükettikten sonra fazlasını onun ailesine yardım olarak verirdik. Sonra beni de gördün ve benimle de arkadaşlık yaptın. Ben ancak benden öncekinin izini takip ettim. Vallâhi uyumadım ki rüya görmüş olayım; şahitlikte bulunmadım ki kınayayım. Ben üzerinde bulunduğum yoldan hiç bir zaman sapmadım. Ey Ömer! Biliyorsun ki Allah’ın gecelerde yapılmasını istediği birtakım hakları vardır ki gündüz yapıldığında onları kabul etmez. Aynı şekilde gündüzleri yapılmasını istediği bazı hakları da vardır ki onların da gece yapılmasını kabul etmez. Kıyamet gününde tartıları ağırlaştıracak olan şey hakka tâbi olmaktır. Terazisi ağır gelenler bu dünyada hakka tabi olanlardır. Kıyamet gününde tartıları hafif gelenlerin bu durumları onların bâtıla tâbi olmalarından ileri gelir. Hafif gelen terazide ancak haksızlık bulunabilir. Ey Ömer! Seni ilk önce kendi nefsinden, sonra çıkarcı, yağcı insanlardan sakındırıyorum. İnsanların içinde gözleri dönmüş, hevâları şişmiş olanların sayısı bir hayli kabarıktır. En ufak hatalardan bile kendini korumaya bak; çünkü onlar daima seni gözleyeceklerdir. Sen Allah’tan korkmaya devam ettiğin müddetçe onlar da senden korkacaklardır. Bunlar benim sana olan tavsiyelerimdir. Selam üzerine olsun”[2]


[1] Heysemi V/198 (Tabarani, Eğarri Beni Malik’ten); Terğib IV/15.
[2] Kenz III/146 (İbn Asakir, Salim b. Abdillah b. Ömer’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/162-163.

Halife Ebubekir’in, Ölmeden Hemen önce Hz. Ömer’e Söyledikleri

- Hz. Ebubekir ölmeden önce Hz. Ömer’i çağırtarak ona şu tavsiyelerde bulundu:
“Ey Ömer! Allah’tan kork! Şunu bil ki Allah Teâlâ’nın gündüz amelleri vardır ki onları geceleyin kabul etmez. Yine aynı şekilde birtakım gece amelleri vardır ki onları da gündüz kabul etmez. Ayrıca şunu da bil ki farzlar eda edilmedikçe yapılan nafileler de kabul olunmaz. Kıyamet gününde bazı tartıların ağır gelmesi sahiplerinin bu dünyada iken hakka tâbi olmalarındandır. İçinde hakkın bulunduğu kefenin ağır gelmesi kadar doğal bir şey yoktur. Diğer taraftan o gün bazı tartılar hafif gelecektir ki, buna sebep de sahiplerinin bu dünyada bâtıl taraftarlarından olmalarıdır. Çünkü içinde batılın bulunduğu tarafın hafif gelmesi kaçınılmazdır. Allah Teâlâ cennetlik olanları en güzel amellerle vasıflandırıyor ve onların kötü amellerinden hiç bahsetmiyor. Bunları düşündüğünde onların içerisinde yer alamamaktan kork. Diğer taraftan Allah Teâlâ cehennemlikleri de en kötü sıfatlarla vasıflandırıyor ve onların güzel amellerinden hiç bahsetmiyor. Eğer bunu da düşünecek olursan bu kez bunlarla beraber olmaktan kork”. Bundan sonra Hz. Ebubekir Kur’an-ı Kerim’den birçok rahmet ve azap âyeti okuyarak sözlerine şöyle devam etti:
“Kul daima hakkı istemeli ve bu yolda çalışmalıdır. Allah’tan hak olmayan bir şey isteyerek O’nun rahmetinden ümidini kesmemeli ve kendisini elleriyle helâke sürüklememelidir. Eğer bu tavsiyelerimi iyi öğrenip onlarla amel edersen kesinkes gelecek olan ölüme sevinçle koşarsın ve hiç bir şey sana ondan daha sevimli gelemez. Yok eğer bu söylediklerimi korumayacak ve onlarla amel etmeyecek olursan seni mutlaka yakalayacak olan ölüme gönülsüz olarak gidersin ve hiç bir şey de sana ondan daha iğrenç görünemez.”[1]


[1] Müntehab-ı Kenz IV/363 (İbnü’l-Mübarek, İbn Ebi Şeybe, Hennad, İbn Cerir ve Ebu Nuaym, Abdurrahman b. Sabit’ten).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/163-164.

Hz. Ebubekir’in Şam’a Gönderdiği Ordunun Başındaki Amr İbnü’l-As’a Bazı Tavsiyelerde Bulunması

- Ebubekir Sıddîk Şam’a göndermek üzere ordu topladı. Gönderdiği ilk ordunun başında da Amr İbnü’l-As vardı. Ona Filistin’in Eyle şehrine gitmesini emretti. Bu üçbin kişilik ordu içerisinde Muhacir ve Ensar’dan birçok kimse vardı. Hz. Ebubekir orduyu uğurlamak üzere çıktı ve Amr’ın bineğinin yanında yaya yürürken ona şu tavsiyelerde bulundu:
“Ey Amr! Gizli ve âşikar bütün iş ve amellerinde Allah’tan kork. Bütün hareketlerinde seni görmekte olduğunu düşünerek O’ndan utan. Ey Amr! Gördüğün gibi seni, İslâm’a senden önce girmiş olanların başına kumandan olarak tayin ettim. Seni müslümanlık bakımından senden daha zengin olanlara önder yaptım. Âhiret için çalışanlardan ol ve her yaptığın işte Allah’ın rızasını gözet! Emrin altında bulunanlara bir babanın evladına davranışı gibi davran. Onların gizli yönlerini araştırma. Zâhirleri ne ise öylece kabul et. Samimi ve ciddi ol! Düşmanla karşılaştığında sakın korkma ve gerekeni yap. Başkanlara ve komutanlara karşı gelip ganimetlere ihanet edenleri bağışlama; onlara hakettikleri cezayı ver. Arkadaşlarına tavsiyelerde bulunduğun zaman bunu kısa kes. Kendi nefsini ıslah etmeye çalış ki emrin altındakiler de sana uyarak hallerini düzeltsinler.”[1]


[1] Kenz III/133 (İbn Sa’d, Abdullah b. Ebubekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm’dan)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/164.

Hz. Ebubekir’in Amr İbnü’l-As ile Velid b. Ukbe’ye Bir Mektup Yazarak Onlara Nasihat Etmesi

- Hz. Ebubekir, Amr İbnü’l-As ile Velid b. Ukbe’ye birbirinin aynı olan birer mektup yazdı. Bu iki zat Kuzâa kabilesinin zekatlarını toplamakla görevliydiler. Hz. Ebubekir göreve giderlerken bir müddet yanlarında yürüyerek kendilerini uğurlamıştı. Mektup şöyleydi: “Gizli ve açık tüm hareketlerinizde Allah’tan korkunuz. Çünkü Allah Teâlâ kendisinden korkan kişilere bir çıkış yolu ihsan eder ve onlara hiç beklemedikleri yerden rızıklar verir. O kendisinden korkanların günahlarını bağışlar ve onlara bol bol sevaplar yazar. Takva, insanların birbirlerine vasiyet edebilecekleri en hayırlı bir vasiyettir. Siz Allah için yola çıkmış bulunuyorsunuz; sakın bu yolda gevşeklik göstermeyiniz. Kendisiyle dininizin ayakta durduğu ve işlerin düzene girdiği şeylerde ayrılığa düşüp gaflete dalmayınız.”[1]


[1] Taberi IV/29 (Kasım b. Muhammed’den); İbn Asakir I/132 (Kasım’dan bir benzerini).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/165.

Hz. Ebubekir’in Halid b. Velid’in Haklarını Gözetmesi Hususunda Amr İbnül As’a Bir Mektup Yazması

- Ebubekir Sıddîk, Amr İbnü’l-As’a şu mektubu yazdı:
“Ben Halid b. Velid’e bir mektup yazarak sana yardımcı olmak üzere gitmesini emrettim. Yanına geldiğinde onunla güzel bir şekilde arkadaş ol! Sakın ona büyüklük taslayayım deme! Onsuz hiç bir işe girişme. Ben seni hem ona ve hem de diğerlerine başkan olarak tayin ettim. Ancak onlarla müşâverede bulun ve görüşlerinin aksine gitme!”[1]


[1] Kenz III/133 (İbn Sa’d, Muttalib b. Said b. Ebi Vedaa’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/165.

Ebubekir Sıddîk’ın Amr İbnü’l As’a Başında Bulunduğu Kabileler Hususunda Bazı Öğütler Vermesi

- Hz. Ebubekir, Amr İbnü’l-As’a şunları yazdı: “Ben seni Beliyy, Uzre ve Kuzâ’ya bağlı diğer kabilelerle oralarda konaklamakta olan göçebe Araplara emir tayin ettim. Onları Allah yolunda cihada çağır ve bu hususta kendilerini teşvik et. Sana tâbi olanlarını yanına al ve onların her türlü ihtiyacını karşıla. Aralarında dargınlık ve düşmanlık bulunanları barıştır. Kabileleri biraraya getirmeye çalışma ve onların problemleriyle yakından ilgilen.”[1]


[1] Kenz III/133 (İbn Sa’d, Abdulhamid b. Ca’fer’den, o da babasından); İbn Asakir I/129.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/165.

Hz. Ebubekir’in Kumandanlıktan Azlettiği Halid b. Said’in Haklarının Gözetilmesi Hususunda Şurahbil b. Hasene’ye Bir Mektup Göndermesi

- Hz. Ebubekir, Halid b. Said’i kumandanlıktan azlettiğinde, diğer kumandanlardan Şurahbil b. Hasene’ye onun için şu tavsiyelerde bulundu:
“Her ne kadar kumandanlıktan azlettimse de sen Halid b. Said’i daima gözet! Senin başında bulunacak olduğunda sana nasıl davranırsa sen de ona aynı şekilde davran. Onun İslâm’daki mevkiini ve Hz. Peygamber tarafından vali olarak tayin edildiğini biliyorsun.[1] Ben de onu bundan önce emir olarak tayin etmiştim; ancak bugün azledilmesini uygun gördüm. Kim bilir belki de bu onun dini hususunda daha hayırlı olur. Emir olduğu için hiç kimseye gıpta etme. Ben Halid’e “Kimin kumandası altında bulunmak istersin?” diye sorduğumda o seni başkalarına, hatta amcası oğlu Yezid b. Ebî Süfyan’a bile tercih etti. Bir hadise anında takva sahibi bir kişinin nasihat ve görüşlerine ihtiyaç hissettiğinde önce Ebu Ubeyde b. el-Cerrah’a, sonra Muaz b, Cebel’e ondan sonra da Halid b. Said’e müracaat et! Her üçünden de nasihatta hayır bulacak, kendilerinden yararlanacaksın. Sakın onlarla istişâre etmeden bir işe girişme ve yalnızca kendi görüşünle hareket etmeye kalkışma. Sırlarını da onlardan saklama.”[2]


[1] Hz. Peygamber hayattayken onu Yemen’deki Mezcid kabilelerine zekat memuru olarak görevlendirmişti.
[2] İbn Sa’d IV/70 (Muhammed b. İbrahim b. el-Haris et-Teymi’den); Kenz III/134.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/166.

Hz. Ebubekir’in Komutan Tayin Ettiği Yezid b. Ebî Süfyan’a Bazı Tavsiyelerde Bulunması

- Hz. Ebubekir, kendisi için sancak bağlatıp onu kumandan tayin ettiğinde Yezid b. Ebî Süfyan’a şunları söyledi:
“Ey Yezid! Sen gençsin ve insanlar tarafından hayırla anılıyorsun. Onlar senden iyilik gördüklerini söylüyorlar. Bu, senin içinde olan bir şeydir. Ben emirliği güzel yapıp yapamayacağını denemek için seni ailenden uzaklaştıracağım. Eğer seni iyi bulacak olursam emirliğini devam ettireceğim. Kötülük yapacak olursan da azledeceğim. Şimdi seni Halid b. Said’in yerine tayin ediyorum”.
Sonra da ona şu şekilde tavsiyelerde bulundu: “Sana Ebu Ubeyde b. el-Cerrah’a güzel davranmanı öğütlerim. Onun İslâm’daki mevkiini biliyorsun. Yine biliyorsun ki Hz. Peygamber onun hakkında “Her ümmetin bir emini vardır. Benim ümmetimin emini de Ebu Ubeyde b. el-Cerrah’tır” buyurmuştur Ebu Ubeyde’nin faziletini ve İslâm’daki önceliğini daima hatırla. Aynı şekilde Muâz b. Cebel’e de iyi davran; çünkü onun Hz. Peygamber’le yapmış olduğu savaşları biliyorsun. Ayrıca duymuşsundur ki Hz. Peygamber onun hakkında “Muaz b. Cebel kıyamet gününde âlimlerin bir mil kadar önünde gidecektir” buyurmuştur. Bu iki sahabiye danışmadan sakın hiç bir şey yapma. Onlar seni daima iyiliğe sevkedeceklerdir”.
Bunun üzerine Yezid, Hz. Ebubekir’e
“Ey Allah Rasûlünün Halifesi! Onlar hakkında bana tavsiyelerde bulunduğun gibi beni de onlara tavsiye et!” dedi. Hz. Ebubekir de şunları söyledi:
“Aynı şekilde seni de onlara tavsiye edeceğim. Allah sana merhamet etsin ve İslâm’a yaptığın hizmetlerden dolayı da seni mükâfatlandırsın.”[1]
- Yezid b. Ebî Süfyan şöyle anlatıyor: Ebubekir Sıddîk beni Şam’a gönderdiğinde şunları söyledi:
“Ey Yezid! Senin çok akraban vardır. Ben senin onları başkalarına tercih etmenden korkuyorum. Şunu bilmeni isterim ki Hz. Peygamber böyle kişileri tehdit edip şunları söylemiştir: “Müslümanların başına getirilen kişi, bir iş hususunda sevdiği kişilerden birini haksız olarak diğer hak sahiplerine tercih edecek olursa Allah ona lanet eder. Onun farz ve nafile ibadetlerini kabul etmez ve nihayet onu cehenneme atar. Kim de müslümanların malından, haketmedikleri halde sevdiklerine ve akrabalarına verecek olursa o da Allah’ın lanetini haketmiş olur”. Allah Teâlâ insanları kendisine iman etmeye çağırır. Kim Allah’ın korunmasını emrettiği sınırlardan birini çiğnemeye kalkışacak olursa Allah da ona lanet eder ve onun üzerinden korumasını kaldırır.”[2]
- Hz. Ömer şöyle vasiyette bulunmuştur:
“Benden sonra halife olacak kişiye İslâm’daki mevkiilerini gözönünde bulundurarak Muhacirlerin haklarını tanıyıp onlara gereken saygıyı göstermesini tavsiye ederim. Ona Ensar’ı da gözetmesini öğütlerim. Çünkü Onlar herkesten önce iman edip yurtlarını İslâm’a açtılar. Onların iyiliklerini kabul edip kötülüklerini affetsin. Ayrıca ona diğer şehirlerde oturmakta olan halklara da iyi davranmasını tavsiye ederim. Çünkü onlar düşmanlarına karşı İslâm’ın savunucuları ve beytü’l-mâlın en büyük yardımcılarıdır. Onlardan ancak mallarının fazlasını alsın. Bunu yaparken de kendilerini tazı etmeye dikkat etsin. Ona göçebeleri de vasiyet ediyorum, onlara da iyi muamele etsin. Çünkü onlar Arapların çekirdeği ve İslâm’ın ana maddesidirler. Onların mallarının iyilerini almasın; aldıklarını da fakirlerine versin. Benden sonraki halifeye Allah ve Rasûlünün kendilerine eman verdiği zımmîlerin ahidlerini yerine getirmesini de öğütlüyorum. Onları düşmanlarına karşı korusun ve kendilerini güçleri oranında sorumlu tutsun!”[3]


[1] Kenz III/132 (İbn Sa’d, Haris b. Fudayl’dan).
[2] Kenz III/143 (Ahmed, Hakim ve Mansur b. Şube el-Bağdadi ve Erbain adlı kitabında); Heysemi V/232.
[3] El-Müntehab IV/439 (İbn Ebi Şeybe, Ebu Ubeyd Emval’inde, Ebu Ya’la, Nesai, İbn Hibban ve Beyhaki Hz.Ömer’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/166-168.

Hz. Ömer’in Halid b. Velid’in Yerine Kumandan Tayin Ettiği Ebu Ubeyde’ye Bir Mektup Yazarak Öğütler Yermesi

- Halife olan Hz. Ömer’in yazdığı ilk mektup Ebu Ubeyde b. el-Cerrah’ı Hz. Halid’in yerine ordu komutanı tayin ettiğini bildiren şu mektuptur: “Sana; kendisinden başka herşeyin fâni olduğu ve bizleri sapıklıktan imana, karanlıklardan da nura kavuşturan Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmeni tavsiye ediyorum. Seni Halid b. Velid’in yerine ordu komutanı tayin ettim. Üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getir. Ganimet alayım diye müslümanları tehlikeye atıp onları helâke sürükleme. Onları ancak önceden kontrol ettirdiğin yerlerde konaklat! Öncü birliğindeki askerlerin sayısını artır, sakın onları az sayıda gönderme. Bir daha söylüyorum, müslümanları tehlikeye atıp onları helâke sürükleme! Biz birbirimizle imtihan edilmekteyiz. Kalbinden dünyayla ilgili şeyleri söküp at; orada dünya sevgisi adına hiç bir şey kalmasın. Sen, kendinden öncekilerin nasıl başaşağı gittiklerini gördün; dikkat et, aynı hatalara düşüp de kendini helak etme.”[1]


[1] Taberi IV/54 (Salih b. Keysan’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/168.

Hz. Ömer’in Sa’d b. Ebî Vakkas’a Yapmış Olduğu Tavsiyeler

- Hz. Ömer Sa’d b. Ebî Vakkas’ı çağırtarak kendisini Irak savaşları için komutan tayin ettiğini bildirip şu tavsiyelerde bulundu:
“Ey Sa’d! Ey Vehboğullarının Sa’d’ı! Sakın Hz. Peygamber’in dayısı ve arkadaşı olman seni Allah’ın azabından emin kılmasın! Allah kötülükleri ancak güzelliklerle siler. Allah katında bütün insanlar eşit olup hiç bir soy ve ırkın ayrıcalığı yoktur. Üstünlük yalnızca takvadadır. İnsanların soylusu da soysuzu da Allah’ın nazarında birdir. Allah onların Rabb’i, onlar da O’nun kullarıdır. Onlar ancak Allah’ın emir ve yasaklarına riayet sonucunda birbirlerinden üstün olabilirler. İnsanlar Allah katındaki nimetlere ancak ibadet sayesinde ulaşabilirler. Kendisine peygamberlik gönderildiği andan içimizden ayrılıncaya kadar Hz. Peygamber’in üzerinde bulunduğu emre dikkat et ve yalnızca bu emre yapış. Çünkü gerçek emir budur. Bunlar benim sana nasihatlarımdır. Eğer bunların tutmayıp yüz çevirecek olursan amellerin boşa çıkar; zararını da sen çekersin”.
Onu yolcu ederken de Hz. Ömer şu tavsiyeleri yaptı. “Seni Irak savaşına kumandan tayin ettim. Bu tavsiyelerimi iyi dinle. Sen hoşa gitmeyecek çok zor bir görev yüklendin. Bu işin altından ancak haktan ayrılmayan kişiler kalkabilir. Öyleyse önce kendi nefsinde uygulamak şartıyla emrin altındakileri iyilik ve hayırlara alıştır. Şunu bil ki her amelin bir sırrı vardır. Zaferin sırrı da sabırdır. Başına bir felaket geldiğinde sabret. Kalbine Allah korkusunu yerleştirmeye uğraş. Allah’tan korkmak, O’nun emirlerine itaat edip yasaklarından kaçınmaktan ibarettir. İnsan ancak dünya sevgisinden vazgeçip yalnızca âhireti sevmekle Allah’a itaat etmiş sayılır. Diğer taraftan Allah’a isyan edenler de dünyayı sevip âhiretten hoşlanmamak şeklinde isyan etmişlerdir. Allah Teâlâ kalblerde gizlenenleri açığa çıkarır. İnsanlar kalblerindekini Allah’a hamdetmek veya nankörlükte bulunmak suretiyle açığa vururlar. Kişinin içinde hikmet bulunup bulunmadığı dilinden anlaşılabilir. Bu şekilde de halk tarafından sevilir. Kendini insanlara sevdirmek için gayret et; çünkü peygamberler Allah Teâlâ’dan kendilerini halka sevdirmesini istemişlerdir. Şunu bil ki Allah bir kişiyi severse onu insanlara da sevdirir. Aynı şekilde O’nun buğzettiği kimselere halk da buğzeder. Sen de bu suretle Allah katındaki dereceni insanlara bakarak anlayabilirsin.”[1]


[1] İbn Cerir IV/84 (Seyf tarikiyle Muhammed ve Talha’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/168-169.

Hz. Ömer’in Utbe b. Gazvan’a Tavsiyelerde Bulunması

- Hz. Ömer, Utbe b. Gazvan’ı görevli olarak Basra’ya gönderirken şunları söyledi.
“Ey Utbe! Seni Hind arazisinde[1] görevlendiriyorum. Orası düşmanlarla çevrili bir yerdir. Allah Teâlâ’nın yardım edip seni düşmanlardan korumasını ümit ediyorum. Urfuce b. Herseme’yi sana yardımcı olarak göndermesi için Alâ b. el-Hadramî’ye de bir mektup yolladım. Bu kişi birçok savaşlarda bulunmuştur ve harp hilelerini de çok iyi bilir, Yanına geldiğinde onu güzel bir şekilde kabul et ve kendisiyle istişarede bulun. Savaşacağın insanları önce Allah’a davet et, icâbet edecek olurlarsa onları bırak. Aksi takdirde onlara zillet ve alçaklık içerisinde cizye vermelerini söyle. Bunu da kabul etmeyecek olurlarsa korkup gevşeklik göstermeksizin onlarla savaş. İşlerinde Allah’ın emir ve yasaklarına riayet et. Dikkat et, nefsin seni âhiretini berbat edecek bir kibre veya gurura sürüklemesin. Sen Hz. Peygamber’in sohbetlerinde bulunmuş birisin. Allah Teâlâ zelil olduğun bir sırada seni peygamberi vasıtasıyla aziz kıldı. Zayıf idin, Allah seni onunla kuvvetlendirdi. Nihayet emirlerine itaat edilen bir başkan, düşmana musallat kılınan bir emir oldun. Konuştuğunda sözlerin dinlenir; emirlerin yerine getirilir. Seni emrin altındakilere kötü davranmaya ve haddi aşmaya sürüklemediği takdirde bu ne büyük bir nimettir. Günahlardan korunduğun gibi nimetlerin sebep olacağı kötülüklerden de korun. Ben senin için nimetlerden çok korkuyorum; çünkü onunla aldanabilir ve bundan dolayı da düşüp cehennemi boylayabilirsin. Böyle bir şeyden hem beni ve hem de seni koruması için Allah’a yalvarıyorum. Birazcık nimetlere konduklarında insanlar Allah’ı unutarak dünyaya sarılıyorlar. Sense dünyadan vazgeçip sadece Allah rızasına tâlip ol ve helâkine sebep olacak zulümlerden kaçın.”[2]


[1] Hind topraklarına bitişik olan körfez üzerinde bulunduğundan o zamanlar Basra’ya Hind toprakları deniliyordu.
[2] İbn Cerir IV/150 (Abdulmelik b. Umeyr’den); Bidaye VII/48 (Ali b. Muhammed el-Medaini benzer şekilde).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/169-170.

Hz. Ömer’in Alâ el-Hadremî’ye Öğüt verermek Üzere Bir Mektup Yazması

- Hz. Ömer, Bahreyn valisi Alâ b. el-Hadramî’ye şu mektubu yazdı: “Mektubumu aldığında Utbe b. Gazvan’a git! Seni onun yerine kumandan tayin ediyorum. Şunu da bil ki sen Allah Teâlâ’nın kendilerine çok güzel mükâfaatlar verdiği ilk Muhacirlerden birinin yerine geçiyorsun. Ben onu iffetli ve takva sahibi olmadığı için azletmiş değilim. Kuvvetini kâfi bulmadığım için de azletmedim. Ancak senin o yöredeki müslümanlara ondan daha fazla yararlı olabileceğine inanıyorum. Onun hakkını her zaman için gözet. Senden önce onun yerine birisini göndermiştim ama oraya ulaşamadan öldü. Eğer Allah Teâlâ bu görevi üstlenmeni dilerse oraya ulaşırsın. Yok eğer Utbe’nin yerinde kalmasını dilemişse sen de gideceğin yere varamazsın. Hüküm ve emir âlemlerin Rabb’i olan Allah Teâlâ’nındır. Allah mahlûkâtını niçin yaratmış olduğunu bildirmektedir. Sen de diğer bütün uğraşıları bırakarak var kuvvetinle yaratılış gayen uğrunda çalış! Çünkü dünya geçici bir yurttur; ebedî olan âhirettir. Geçici kâr ve hayırlar sana şerri sonsuza dek sürecek olan şeyleri unutturmasın. Allah’ın gazabından yine O’nun rahmetine kaç. Çünkü Allah dilediği kimselere ilim ve hikmetinden dilediğince verir ve onu üstün kılar. Allah’tan kendisine itaat hususunda yardım edip bizleri azaptan kurtarmasını temennî ederiz.”[1]


[1] İbn Sa’d IV/78 (Şa’bi’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/170-171.

Hz. Ömer’in Ebu Musa el-Eş’arî’ye Tavsiyelerde Bulunması

- Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eş’arî’ye şu mektubu yazdı: “Biliyorum ki insanlar başlarındaki kişilere nefret beslemektedirler. Senin ve benim başıma böyle bir şey gelmesinden Allah’a sığınırım. Günün bir saatinde dahi olsa Allah’ın koymuş olduğu cezaları uygula. Biri Allah diğeriyse dünya için olan iki şey arasında kalırsan sen Allah için olanı öbürüne tercih et. Çünkü dünya fâni, âhiretse ebedîdir. Fasıkları, kötü kimseleri korku içerisinde yaşat ve birarada bulunmalarına izin verme, onları birbirlerinden ayır. Müslümanlardan hasta olanları ziyaret et ve cenazelerine katıl. Kapını her an herkes için açık tut. Müslümanların işini bizzat kendin yap. Çünkü sen de o müslümanlardan herhangi birisisin. Allah Teâlâ seni üstlendiğin görev itibariyle onlardan daha ağır bir yük altına sokmuştur. Ey Ebâ Musa! Duyduğum kadarıyla kendin ve aile efradın elbise, yemek ve binek bakımından diğer müslümanlardan daha farklı bir hayat sürüyormuşsunuz. Ey Allah’ın kulu! Sakın, otu bol bir vadide bulunup da bütün amacı onları yeyip semizlenmek olan hayvanlar gibi olayım deme. Çünkü onun felaketi semizlenmesindedir. İdareci yoldan çıkacak olursa halk da çıkar. İnsanların en bahtsızı emri altındakilerin kendisi sebebiyle azmış olduğu kişidir.”[1]
- Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eş’arî’ye şunları yazmıştır: “Kuvvet çalışmaktadır. Ey Ebâ Musa! Sakın bugünün işini yarına bırakma. Böyle yapacak olursan işler bir dağ gibi yığılır. Hangisinden başlayıp hangisini yapacağını şaşırırsın. Bu yüzden birçok aksaklıklar ortaya çıkar; işlerin büyük bir çoğunluğunu da yapamazsın. Biri ahiret diğeri ise dünya için olan iki şeyden birini seçmek durumunda kalırsanız siz âhiret için olanı seçiniz. Çünkü dünya fâni, âhiretse bâkidir. Ey Allah’ın kulları! Her halûkarda Allah’tan korkunuz. Allah’ın kitabını öğretiniz. Çünkü o ilimlerin kaynağı ve kalblerin cilasıdır.”[2]


[1] Kenz III/149 (Dineveri, Dabb b. Mihsan’dan); Kenz VIII/209 (İbn Ebi Şeybe, Ebu Nuaym, Hilye’de, Said b. Ebi Bürde’den muhtasar olarak).
[2] Kenz VIII/208 (İbn Ebi Şeybe, Dahhak’tan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/171.

Hz. Osman’ın Şehâdetinde Sandığından Çıkan Vasiyeti

- Hz. Osman şehit edilmişti. Onun eşyaları arasında kilitli bir sandık bulundu. Açtıklarında içinde şu vasiyetin bulunduğunu gördüler: “Bu Osman’ın vasiyetidir. Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlarım. Affan oğlu Osman şehâdet eder ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tek ve ortaksızdır. Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür. Yine şehâdet eder ki cennet ve ateş (cehennem) hak olup Allah Teâlâ kabirlerdeki insanları diriltecektir. Allah va’dinden asla dönmez. İşte Osman bu inançla yaşamış ve onunla da ölecektir. Allah’ın izniyle yine bu inanca sahip olarak diriltilecektir”[1]
- Aynı kağıdın arkasında da şu şiirler yazılıydı: “Nefis zenginliği ve tok gözlülük insanı zenginleştirir. Onu pırıl pırıl yapar. İnsan bu halinden zarar görüp fakirlik çekmiş olsa da bu böyledir, değişmez. Sabır gösterilen her sıkıntılı devrin arkasından mutlaka bir genişlik ve ferahlık anı gelir. Zamanı kıyaslamasını bilmeyen eziyet ve acıları tanıyamaz. Hiç kimse de gelecek günlerin neler getireceğini bilemez.”[2]


[1] er-Riyadu’n-Nadare fi Menakıbi’l-Aşere II/133 (el-Fedaili’r-Razı, Ala b. el-Fadl’dan, o da annesinden).
[2] er-Riyadu’n-Nadare fi Menakıbi’l-Aşere II/133 (Nizamu’l-Mülk’ten)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/172.

Hz. Osman’ın Kendisine Yardım Etmek İsteyen Hz. Ali’ye Engel Olarak Kendisi İçin Kan Dökülmesini İstememesi

- Evinin etrafını kuşatan kişilerin saldırı ve eziyetlerini yoğunlaştırması üzerine Hz. Osman çıkıp
“Ey Allah’ın kulları!” diye bağırdı. Bunun üzerine Hz. Ali kılıcını kuşanıp Hz. Peygamber’in sarığını da başına takarak evinden çıktı. Önünde oğlu Hasan ile Abdullah b. Ömer, yanında da Muhacir ve Ensar’dan bazı kimseler vardı. Böylece Hz. Osman’ın evini kuşatanlara hücum ederek onları dağıttılar. Sonra da Osman’ın yanına girdiler. Hz. Ali ona
“Selam senin üzerine olsun ey Mü’minlerin Emîri! Hz. Peygamber bu dini ona sırt çevirenleri, kendisine inananlarla vurmak suretiyle hâkim kılabilmiştir. Allah’a yemin ederim ki dışardaki insanlar seni öldürmekten başka bir şey düşünmüyorlar. Müsaade et de onlarla çarpışalım” dedi. Hz. Osman’sa şunları söyledi:
“Allah’ın ve benim kendi üzerinde bir hakkı bulunduğunu düşünen herkese yemin verdiriyorum ki benim yüzümden bir hacamat şişesi kadar da olsa kan dökülmesin! Aynı şekilde kendi kanının dökülmesine yol açacak bir harekette de bulunmasın”. Hz. Ali sözlerini bir kere daha tekrarladı. O yine aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Hz. Ali çıktı. Çıkarken de
“Ey Rabb’im! Bizim elimizden geleni esirgemediğimizi biliyorsun” dedi. Sonra mescide girdi. Ezan okunduğunda Hz. Ali’ye
“Ey Eba’l-Hasan! Öne geç de namazı kıldır!” dediler. O da
“Halifenin, kuşatma altında bulunup da mescide dahi gelmesine izin verilmediği bir durumda size namaz kıldırmam. Ben namazımı tek başıma kılacağım” dedi. Böylece namazını tek başına kılarak çıktı. Oğlu arkasından yetişerek
“Babacığım evi kuşatmakta olanlar kapıları kırarak içeri girdiler” dedi. Hz. Ali de
“innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn. Mutlaka Osman’ı öldürmüşlerdir” dedi. Yanında bulunanlar
“EyEba’l-Hasan! Osman’ın yeri neresidir?” diye sordular. Hz. Ali
“Allah’a yakın olan cennetlerdir” diye yeminle cevap verdi.
“Peki, diğerlerinin, yani onu öldürenlerin yeri neresidir?” dediler. Hz. Ali üç kere
“Vallâhi onların yeri ateştir” buyurdu.[1]


[1] er-Riyadu’n-Nadare fi Menakıbi’l-Aşere II/128 (Ebu Ahmed, Şeddad b. Evs’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/172-173.

Hz. Osman’ın Kuşatma Altında Bulunduğu Sırada Kan Dökülmemesi İçin Kendisine Yapılan Yardım Tekliflerini Reddetmesi

- Ebu Katâde ile bir başka kişi kuşatma altında bulunan Hz. Osman’ın yanına girdiler ve ondan hacca gitmek için izin istediler. O da onlara izin verdi. Daha sonra bu ikisi Hz. Osman’a
“Ey Mü’minlerin Emîri! Bu kavim galip gelip de sana bir şey yapacak olurlarsa kimin yanında yer alalım?” diye sordular. Hz. Osman
“Cemaattan ayrılmayınız”. buyurdu.
“Peki bu cemaatı senin karşında bulunanlar oluşturacak olursa da mı ayrılmayalım?’ dediler. Hz. Osman buna da
“Cemaat nerede ise siz de orada bulununuz” diye karşılık verdi. Çıkarlarken Hz. Osman’ın yanına girmekte olan Hz. Hasan’la karşılaştılar. Ne olacak diye merak ederek onunla birlikte tekrar Hz. Osman’ın yanına döndüler. Hz. Hasan selam verdikten sonra
“Ey Mü’minlerin Emîri! Ben senin emrindeyim ve istediğini yerine getirmeye hazırım” dedi. Hz. Osman da
“Ey kardeşimin oğlu! Git, evinde otur! Allah’ın emri yerine gelinceye kadar da bekle” buyurdu.
Sonra hepsi birlikte onun yanından çıktılar. Ancak kapıda Hz. Osman’ın yanına girmek için gelen Abdullah b. Ömer’le karşılaşarak tekrar döndüler. Abdullah b. Ömer selam vererek
“Ey Mü’minlerin Emîri! Ben Hz. Peygamber’in sohbetinde bulundum; sözlerini dinledim ve kendisine itaat ettim. Sonra Ebubekir’le sohbet ettim. Onun da sözlerini dinleyip kendisine itaat ettim. Ondan sonra da Ömer’in sohbetlerinde bulunup sözlerini dinledim ve ona da itaat ettim. Onun hem halifelik ve hem de babalık haklarını gözettim. Şimdi de senin önünde, boynum bükük, emrini bekliyorum. Bana istediğini emredebilirsin?” dedi. Hz. Osman da ona
“Ey Ömer’in oğlu! Allah Teâlâ siz Ömer ailesine büyük mükâfaatlar ihsan etsin!” dedi. Bu sözleri iki kere tekrarladıktan sonra da şunları ekledi:
“Benim kan akıtmaya ihtiyacım yoktur.”[1]


[1] er-Riyadu’n-Nadare fi Menakıbi’l-Aşere II/128 (Ebu Ahmed, Ebu Seleme b. Abdirrahman’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/173-174.

Hz. Osman’ın Şehâdetinden önce “Ben Müslümanları Korumak İçin Kendimi Feda Edeceğim” Demesi Bunun Üzerine Ebu Hüreyre’nin Kılıcını Kaldırıp Atması

- Ebu Hüreyre şöyle anlatıyor: Hz. Osman’la birlikte evinde kuşatılmıştım. İçimizden birine bir ok isabet etti. Bunun üzerine
“Ey Mü’minlerin Emîri! Bundan böyle onlarla savaşmamıza izin vermelisin; çünkü bizden birini öldürdüler” dedim. Bana
“Ey Ebâ Hüreyre! Sana kılıcını atmanı emrediyorum. Onlar seni değil beni öldürmek istiyorlar. Ben de kendimi feda etmek suretiyle müslümanları koruyacağım” buyurdu. Onun bu sözlerinden sonra kılıcımı fırlatıp attım ve hâlâ da onun nerede olduğunu bilmiyorum.”[1]


[1] er-Riyadu’n-Nadare fi Menakıbi’l-Aşere II/128 (Hz.Ömer’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/174.

Hz. Ali’nin Emir ve Komutanlarına Tavsiyelerde Bulunması

- Hz. Ali bir memleketin başına geçirdiği memurlarından birisine şunları yazdı: “Halk ile kendi arana bir perde çekerek kendini onlardan tecrit etme! Çünkü bu, vatandaşları sıkıntıya soktuğu gibi idarecilerin de olup bitenleri görmesine engel olur. Kendinle halk arasına koyduğun mesafe vatandaşlarının durumlarını ve senin hakkında neler düşündüğünü öğrenmeni imkansızlaştırır. Bu şekilde de onlar büyükleri küçük, küçükleri de büyük görmeye başlarlar. Güzelle çirkini, hak ile bâtılı birbirine karıştırırlar. Yöneticiler de birer insandırlar. Halkın kendisinden gizlemekte olduğu şeyleri bilemez. Sözler üzerinde alâmetler yoktur ki insan doğrularıyla yanlışlarını ayırt edebilsin. Bu durumda haklıyı haksızdan ayıramazsın. Senin için iki seçenek vardır: Birincisi cömert olur, aradaki engelleri kaldırarak halkına güzel davranır ve onların haklarını gözetirsin. İkincisi cimrilik yapar onlarla karşı karşıya gelmekten kaçınırsın. O zaman da seni görmekten ümitlerini kestiklerinde yüz çevirip senden hiç bir şey istemeyeceklerdir. Şunu da söyleyeyim ki insanların problemlerinin bir çoğu hiç masrafsız ve sıkıntılara girilmeksizin halledilebilen şeylerdir Öyle karanlık bir pencere gerisinden hükmetmekle hiç bir şey kazanamazsın. Kendi iyiliğini istiyorsan bu sözlerimi tutarsın.”[1]


[1] Müntehab-ı Kenz V/58 (Dineveri, İbn Asakir, Muacir el-Amiri’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/174-175.

Hz. Ali’nin Öğüt Vermek Üzere İdarecilerine Mektuplar Yazması

- Hz. Ali bazı idarecilerine şunları yazmıştır: “İşlerinde acele etme, itidalle hareket et. Düşün ki ölümün seni yakaladığı ve kendi nefislerine zulmedenlerin pişman olup saçını başını yolduğu bir gündesin. Tevbe fırsatını kaçıranlarla zalimler geri dönmeyi istemektedirler. Amel defterin de sana sunulmuştur.”[1]


[1] Müntehab-ı Kenz V/58 (Dineveri, İbn Asakir, Medaini’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/175.

Hz. Ali’nin Ukberâ’ya Zekat Memuru Tayin Ettiği Sakifli Birisine Tavsiyelerde Bulunması

- Sakif oğullarından bir zat şöyle anlatıyor: Hz. Ali beni Bağdat yakınlarındaki Ukberâ karyesine zekat memuru olarak tayin etmişti. Ora halkından bazı kimselerin de bulunduğu bir sırada bana “Sevad (Irak) halkı hilekar insanlardır. Sakın seni aldatmalarına izin verme! Alman gerekenleri tam olarak al!” dedi. Sonra da akşama kendisine uğramamı söyledi. Yanına gittiğimde bana şu tavsiyelerde bulundu: “O sözleri, zekat verirken güçlük çıkarmamalarını ihtar etme amacıyla yanındakiler için söylemiştim. Sana gelince sakın birkaç dirhem için onları kamçılayıp cezalandırma. Onlardan koyun ve sığır alayım deme; çünkü biz afv ile emrolunduk. Afv nedir biliyor musun? O, güç yetirilen şey demektir.”[1]
- Sakif oğullarından aynı kişi şunları da anlatmaktadır: “Hz. Ali bana onlar hakkında şunları da tavsiye etti:
“Sakın onların yiyeceklerini, kışın ve yazın giydikleri elbiselerini ve çalıştırdıkları hayvanlarını satma! Birkaç dirhemlik bir mal için onları alıkoyma!” Bunun üzerine
“Ey Mü’minlerin Emîri! Eğer böyle yapacak olursam senin yanından nasıl gidiyorsam öylece de boş dönerim” dedim. Hz. Ali de şöyle buyurdu:
“Eli boş dönecek olsan dahi sen bu söylediklerimi yerine getir. Çünkü biz ancak afv ile yani fazlalıklardan almakla emr olunmuşuzdur!”[2]


[1] Kenz III/166 (İbn Zenceveyh’ten).
[2] Beyhaki IX/205 (Bir önceki hadise ek olarak).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/175.

Halkın, Emirlerine Nasihat Etmeleri; Said b. Âmir’in Mü’minlerin Emîri Hz. Ömer’e Nasihat Etmesi

- Said b. Âmir b. Hızyem el-Cumahî, Hz. Ömer’e gelerek
“Ey Ömer! Ben sana bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum; ne dersin?” dedi. Hz. Ömer de
“Buyur, ne söyleyeceksen söyle!” dedi. O zaman Said b. Âmir şunları söyledi:
“Sana insanlar hakkında Allah’tan korkmanı ve Allah’ın emir ve yasakları hususunda hiç kimseden korkmamanı tavsiye ediyorum. Söylediklerinle yaptıkların birbirlerini yalanlamasın. En hayırlı söz fiillerle desteklenen ve doğrulanan sözdür. Haktan ayrılıp zor duruma düşmek istemiyorsan bir iş için iki hüküm verme. Delilleri kuvvetli olan tarafı tut ki zafere ulaşmış olasın. O zaman Allah da sana yardım eder ve insanlarını düzeltir. Allah’ın hüküm ve adaleti hususunda uzak-yakın bütün müslümanları bir tut. Kendi nefsin ve aile efradın için nelerden hoşlanıyorsan onlar için de aynı şeyleri temenni et. Kendin ve ailen için nelerden hoşlanmıyorsan onları insanlardan uzaklaştırabilme uğrunda var gücünü kullan. Hakka varmak için her türlü tehlikeyi göze al. Gayen yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak olsun ve bu yolda da hiç bir kınayıcının kınamasından korkma!” Hz. Ömer ona
“Bu dediklerine kim güç yetirebilir?” dedi. O da şunları söyledi:
“Allah’ın, Muhammed ümmetinin işlerini kendi üzerlerine yüklediği senin gibi insanlar buna güç yetirebilir. Çünkü bunları yaparken seninle O’nun arasına hiç kimse giremez”[1]


[1] Müntehab-ı Kenz IV/390 (İbn Sa’d, İbn Asakir, Mekhul’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/176.

Rebî’ b. Ziyad’ın Nasihat İsteyen Hz. Ömer’e Nasihatlarda Bulunması

- Hz. Ömer gelecek bir heyeti karşılamak üzere halkı toplamak istedi. Bunun, için de Zeyd b. Erkam’a
“Çık, herkesten önce Hz. Peygamber’in ashabından görebildiklerini buraya gönder. Onlardan sonra da kendilerini takip eden ikinci kuşaktan kimi görürsen buraya gelmelerini söyle” dedi. Bu şekilde insanlar Hz. Ömer’in huzurunda toplanarak saf bağladılar. Hz. Ömer onları gözden geçirirken içlerinde, şişman ve üzerinde süslü bir kürk bulunan birisini gördü. İşaretle yaklaşmasını söyledi. Adam Hz. Ömer’in yanına geldi. Hz. Ömer ona
“Bana nasihat edip güzel şeyler söyle!” dedi. Adam da
“Sen bana nasihatta bulun!” dedi. Bu karşılıklı sözler üç kere tekrarlandı. Nihayet usanan Hz. Ömer
“Yeter artık kalk!” dedi. Sonra cemaatı bir kere daha gözden geçirdi. Bu kez de Eş’arî kabilesinden beyaz tenli, kısa boylu ve zayıf birisine işaret etti. Adam yaklaştığında Hz. Ömer ona da
“Bana öğüt ver, güzel sözler söyle!” dedi. O da birincisi gibi
“Sen bana nasihatta bulun!” dedi. Hz. Ömer sözlerini tekrarladığında adam
“Ey Mü’minlerin Emîri! Bir konu aç ki biz onun etrafında birşeyler söyleyelim” dedi. O zaman Hz. Ömer
“Sen de kalk!” dedi ve kendi kendine de şöyle mırıldandı:
“Ey Ömer! Çoban hiç bir zaman koyunlarından faydalanamaz”. Böyle dedi, çünkü o, onların kendisine birşeyler söylemesini istiyordu. Sonra cemaata bir daha bakarak bembeyaz yüzlü, cismi hafif birisine işaret etti. Adam kalkıp Hz. Ömer’in yanına geldi. Hz. Ömer, diğerlerine dediği gibi ona da
“Bana öğüt ver, güzel sözler söyle!” dedi. Bunun üzerine adam diz çökerek Allah’a hamd ü senâlar ettikten sonra şunları söyledi:
“Sen ey Ömer! Bu ümmetin işlerini eline almış, onların başına halife olmuşsun. Üzerine aldığın bu ağır vazifeyi yerine getirirken Allah’tan kork; kendin ve halkın için adaletten ve doğruluktan ayrılma. Onlardan her birini kendini düşündüğün kadar. düşünmelisin. Şunu unutma ki bu yaptıklarından sorumlusun ve bir gün olacak hesaba çekileceksin. Sen bu ümmeti emanet olarak aldın; sana düşen emaneti hakkıyla yerine getirmendir. Şunu da aklından çıkarma ki ancak çalıştığın kadarıyla ücret alabileceksin”. Hz. Ömer ona
“Halife seçilmemden bu yana hiç kimse bana böyle şeyler söylemedi. Sen kimsin?” diye sordu. Adam da
“Ben Rebî’ b. Ziyad’ım” dedi. Hz. Ömer
“Sen Muhacir b. Ziyad’ın kardeşi olmayasın?” dedi. Adam
“Evet, ben onun kardeşiyim” cevabını verdi. Daha sonra Hz. Ömer, el-Eş’arî’yi bir ordunun başına kumandan tayin edip Rebî’ b. Ziyad’ı da onun emrine verdi, el-Eş’arî’ye de şunları söyledi:
“Rebî’ b. Ziyad’a dikkat et! Eğer sözlerinde samimi ise onda bir emirin faydalanabileceği çok güzel şeyler vardır. Onu bir işin başına geçir ve sonra da çalışmalarını devamlı kontrol altında bulundur. Sanki onu ben tayin etmişim gibi bana karakteri ve çalışmaları hakkında bilgi yolla. Çünkü ben Hz. Peygamber’in “Benden sonra sizin için en fazla korktuğum şey iyi konuşabilen münafıklardır” dediğini duymuştum.”[1]


[1] Kenz VII/36 (İbn Raheveyh, Haris, Müsedded ve Ebu Ya’la, Abdullah b. Büreyde’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/176-177.

Ebu Ubeyde ve Muaz ile Hz. Ömer’in Birbirlerine Nasihatta Bulunmak Üzere Karşılıklı Mektuplaşmaları

- Muhammed b. Sûka şöyle anlatıyor: Nuaym b. Ebî Hind’in yanına gitmiştim. Bana içerisinde şunların yazıldığı bir kağıt parçası gösterdi: “Ebu Ubeyde b. el-Cerrah ve Muaz b. Cebel’den Hattab oğlu Ömer’e! Selam üzerine olsun! Biz seni eskiden beri kendi nefsinin ıslahı ile çok ilgilenen biri olarak tanıyoruz. Bugünse ümmetin başına geçtin. Onlar şu anda kırmızısıyla siyahıyla tamamen senin elinin altındadırlar. Soylu soysuz hepsi otoriteni kabul etmiştir. Dost da düşman da sana başvuruyor. Unutma ki adaletinde herkesin bir hakkı vardır. Adaleti ve hakkı tam olarak yerine getirip getiremediğini iyice düşün. Ey Ömer! Biz seni bazı yüzlerin korkuyla kırışacağı bir günle korkutuyoruz. O gün geldiğinde kalbler kupkuru kesilir, donakalır. O günde bütün delil ve hüccetler o yüce sultanın hücceti karşısında sus-pus olacaklardır. İnsanlar zelil olarak geleceklerdir. O gün onlar Allah Teâlâ’nın rahmetini umuyor ve azabından da korkuyor olacaklardır. Zaten O’ndan başka gidebilecekleri bir yer de yoktur. Biz insanlarımızın birbirine görünüşte dost kalbense düşman olmalarından korkuyoruz. Ey Ömer! Biz bütün bunları yalnızca sana nasihat etmek üzere yazıyoruz ve hepsinden de Allah’a sığınıyoruz. Selam senin üzerine olsun!”.
Hz. Ömer bu ikisine şu karşılığı göndermiştir: “Hattab’ın oğlu Ömer’den Ebu Ubeyde ve Muaz’a. Selam üzerinize olsun! Mektubunuz elime geçti. Onda, beni eskiden kendi nefsimi ıslah için çalışan biri olarak tanıdığınızı, şimdi ise siyahı ve kırmızısıyla bu ümmetin başına geçtiğimi, bu yüzden de dost-düşman herkesin bana başvurup adalet beklediğini yazıyorsunuz. Sonra da adaletin ve hakkın gereklerini tam manasıyla yerine getirip getiremediğimi düşünmemi istiyorsunuz. Hemen şunu söyleyeyim ki Ömer’in elinde hiç birşey yoktur. Güç ve kuvvet sadece Allah’a aittir. Beni, önceki ümmetlerin uğramış oldukları kötü sonla korkutuyorsunuz. Siz de biliyorsunuz ki dünya kurulduğundan beri gece ile gündüzün birbiri arkasına gelişi insanları ecellerine her gün biraz daha yaklaştırır, uzak olanlar yakınlaşır, yeni şeyler eskir, takdir olunanlar yerini bulur. Bu, insanların cennet ve cehennemdeki yerlerine yerleştirilişine kadar böyle devam edecektir. Ayrıca insanların sonunda birbirlerine sadece görünüşte dost kalmalarından korktuğunuzu da söylüyorsunuz. Ben inanıyorum ki sizler o insanlar olmadığınız gibi devir de henüz o devir değildir. Çünkü o devirde insanlar sadece dünyaya rağbet edecekler ve yalnızca dünyalarını ıslah etmeye çalışacaklardır. Son olarak da bu mektubu bana nasihat için yazdığınızı söylüyorsunuz ki ben buna cân u gönülden inanmaktayım. Aynı şekilde bütün bunlardan ben de Allah’a sığınıyorum. Bana mektup yazmayı sakın ihmal etmeyin; çünkü ikinizin de görüş ve nasihatlarına ihtiyacım olacaktır. Selam siz ikinizin üzerine olsun!”[1]


[1] Ebu Nuaym, Hilye I/238; Kenz VIII/209 (İbn Ebi Şeybe ve Hennad’ın benzer şekilde rivayet ettiği kaydedilir); Mecma V/214 (Tabarani’den).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/177-178.

Ebu Ubeyde b. El-Cerrah’ın Vasiyette Bulunması; Vefat Edeceği Esnada Ebu Ubeyde’nin Müslümanlara Tavsiyeler Etmesi

- Ebu Ubeyde b. el-Cerrah Ürdün’de koleraya yakalanıp vefat etmeden önce orada bulunan müslümanları çağırtarak şunları söyledi:
“Size, kabul ettiğinizde daima hayır üzerinde bulunup huzur içerisinde yaşayacağınız bir vasiyette bulunacağım. Namazlarınızı kılıp, Ramazan orucunu tutunuz. Yoksullardan ve ihtiyaç sahiplerinden yardımlarınızı esirgemeyiniz. Hacca gidip umre yapınız. Aranızda birbirinize iyilikleri tavsiye ediniz. Emirlerinize nasihatta bulununuz, onları aldatmayınız. Dünya hayatı sizlere Allah’ı unutturmasın. Çünkü insan bin sene de yaşasa benim şu anda üzerinde bulunduğum yere gelecektir. Allah Teâlâ insanoğulları üzerine ölümü farz kılmıştır. Bütün canlılar ölecektir. Onların en akıllısı Allah Teâlâ’ya en fazla itaat edip; kıyamet günü için en çok hazırlıkta bulunanlardır. Selam ve Allah’ın Rahmeti sizlerin üzerine olsun. Ey Cebel’in oğlu Muaz! Halka imam olarak namazları sen kıldır”.
Onun vefatından sonra Muaz b. Cebel halkı toplayarak şunları söyledi: “Ey insanlar! Günahlarınızdan vazgeçip Allah’a yöneliniz. Kim günahlarından tevbe edip de kendisine dönecek olursa Allah Teâlâ onu bağışlamayı üzerine almaktadır. Borcu olanlar borçlarını ödesinler. Çünkü insan borcunun rehinidir. Kim de kardeşine darılmışsa onu bulup barışsın. Hiç bir müslümanın, kardeşini üç günden fazla terketmesi uygun ve caiz değildir. Ey müslümanlar! Siz öyle birisinin ölümüyle karşı karşıyasınız ki onun kadar temiz kalblisini, onun kadar dünya sevgisi taşımayanını görmedim diyebilirim. Müslümânları ondan daha çok seven bir kişiye rastlamadım. O her an için müslümanların iyiliğini isterdi. Allah’tan onun için rahmet dileyiniz ve namaza kalkınız.”[1]


[1] er-Riyadu’n-Nadare fi Menakıbi’l-Aşere II/317 (Said b. Müseyyeb’den)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/179.

HALİFE ve EMİRLERİN YAŞANTILARI

Halife Olan Hz. Ebubekir’in Önceki Yaşantısını Sürdürmesi

- Ebubekir Sıddîk, Hz. Peygamber’in vefatı günü halife seçilmiştir Bu gün Hicretin onbirinci senesi Rebiü’l-Evvel ayının onikinci ve bir pazartesi gününe rastlıyordu. O sıralarda Hz. Ebubekir Medine dışındaki Sünuh denilen yerde kalıyordu. Orada hanımı Habîbe binti Hârice b. Zeyd b. Ebî Züheyr ile yünden yapılmış bir çadırda yaşıyordu. Daha sonra Medine’deki evi bitip oraya yerleşinceye kadar da orada kalmaya devam etti. Halifeliğinin ilk altı ayında bu Sünuh denilen yerden Medine’ye her gün yaya gidip geldi. Bazan da atına binerdi. Sırtında izarı olur onun üstüne de boyanmış bir aba giyerdi. Medine’ye gelip namazları kıldırır, yatsı namazından sonra da Sünuh’a, ailesinin bulunduğu yere dönerdi. Medine’de bulunuyorsa imamlığı kendisi yapar değilse ona vekâleten namazları Hz. Ömer kıldırırdı. Cuma günü sabah saatlarını Sünuh’ta geçirerek saç ve sakallarını boyatır; namaz vakti yaklaştığında Medine’ye gidip cuma namazını kıldırırdı. Kendisi tüccardı. Her gün sabahleyin pazara gider birşeyler alıp satardı.
Bir koyun sürüsü vardı. Bu koyunlarla bizzat ilgilenir; çoğu zaman onları kendisi otlatırdı. Arasıra da başkalarına güttürürdü. Sahip olduğu koyunlarla mahallenin koyunlarını bizzat kendisi sağardı. Halife seçildikten sonra bir gün küçük bir kız çocuğunun annesine
“O artık halife oldu. Bizim koyunlarımızı kim sağacak?” dediğini duydu. Bunun üzerine ona şöyle dedi:
“Hayır; hayatıma yemin ederim ki fırsat buldukça sizin koyunlarınızı da sağmaya devam edeceğim. Umarım ki aldığım bu vazife ahlakımı değiştirmeyecektir”. Bu şekilde halife seçildikten sonra da mahallenin koyunlarını sağmaya devam etti. Bazan mahallenin küçük çocuklarına
“Köpürterek mi yoksa normal bir şekilde mi sağayım?” diye sorardı. Onların
“Köpürterek sağ!” veya “Normal bir şekilde sağ” deyişlerine göre hareket ederdi.
Hz. Ebubekir, halife seçildikten sonraki ilk altı ayı bu şartlar içerisinde Sunuh’ta geçirdi. Sonra Medine’ye taşındı. Bu arada
“Ticaretle halifelik birarada yürümeyecek. Kendimi tamamen halkın işlerine verip onların halleriyle ilgilenmeliyim” diyerek ticareti bıraktı. Bunun üzerine ona Beytü’l-Mal’dan bir maaş bağlandı. Bu maaş senelik altıbin dirhem idi. Her sene hacca gider ve umresini yapardı. Vefatından önce şunları söyledi:
“Müslümanların mallarından yanımızda bulunanları geri veriniz. Ben bu maldan hiçbir şeyi harcamak istemiyorum. Falan falan yerlerdeki topraklarımı müslümanlara halifelik yaptığım sırada almış olduğum maaşlara karşılık Beytü’l-Mal’a bırakıyorum”. Bu vasiyeti gereğince bu tarlalarla çok süt veren bir devesi, tarlalarını sulayan bir kölesi ve beş dirhem değerindeki bir kadife parçası kendisinden sonra halife olan Hz. Ömer’e teslim edildi. Hz. Ömer bunları teslim aldığında
“Vallâhi Ebubekir, kendisinden sonra gelenleri zora sokmuştur” dedi. Hz. Ebubekir onbirinci Hicrî senede Hz. Ömer’i hac emiri olarak göndermişti. Kendisi ise onikinci senenin Receb’inde umreye gitti. Mekke’ye kuşluk zamanı vardı. Doğruca orada bulunan evlerine gitti. Babası Ebu Kuhâfe evin önünde bazı gençlerle konuşmaktaydı. Hz. Ebubekir’i gören gençler
“Oğlun geldi!” dediler. O da onu karşılamak için ayağa kalktı. Bunun üzerine Hz. Ebubekir çökmesini bile beklemeden devesinden atlayıp babasına koştu ve
“Ey babacığım! Ne olursun kalkma!” dedi. Sonra da onu kucaklayarak gözlerinin arasından öptü. Ebu Kuhâfe oğlunun gelişine çok sevindi ve sevincinden ağladı.
O sırada Attâb b. Esîd, Süheyl b. Amr, İkrime b. Ebî Cehil ve Hâris b. Hişam da Mekke’ye gelmişlerdi. Bunlar Hz. Ebubekir’i ziyarete gelerek
“Selam sana ey Allah Rasûlünün Halifesi!” dediler. Hz. Peygamber’in anılışı üzerine Ebubekir Sıddîk ağladı ve gelen misafirlere gereken ilgiyi gösteremedi. Bunun üzerine Ebu Kuhâfe oğluna
“Ey Atîk (Ebubekir)! Bunlar halkın ilerigelenleridir. Kendileriyle iyi geçin, onlara gereken ilgiyi göster” dedi. Hz. Ebubekir de
“Ey babacığım! Güç ve kuvvet ancak Allah sayesindedir. Şu anda bana ağır ve büyük bir vazife yüklenmiştir. Allah’ın yardımı olmazsa onu taşıma gücüm yoktur” dedi. Sonra da içeri girerek yıkandı. Çıktığında onlar da kendisiyle gelmek istediler. Bunu kabul etmeyerek
“Siz kendi yollarınıza gidiniz” dedi. Halk kendisini karşılayıp Hz. Peygamber’den dolayı başsağlığı diliyorlardı. Hz. Ebubekir bu şekilde Kâbe’ye varıncaya kadar ağladı. Orada abasını omuzuna atarak Rükn-ü Yemânî’yi isti’lâm etti. Arkasından da yedi şavt (bir tavaf) yaptı. Ondan sonra da iki rekat namaz kılarak evine döndü. Öğleden sonra yine Kâbe’ye gitti; tavafını yaptıktan sonra Dâru’n-Nedve’nin yanına oturdu ve
“Zulüm gören, birşeyden şikayetçi olan veya hakkını aramak isteyen bana gelsin!” dedi. Ama hiç kimse çıkmadı. Halk Mekke valisini hep hayırla yâdettiler. Sonra ikindi namazında halka imamlık yaptı. Namazı müteakip halkla vedalaşıp Medine’ye döndü. O senenin hac mevsiminde bizzat kendisi geldi. Hacc-ı ifrad için ihrama girdi. Medine’den ayrılırken yerine Hz. Osman’ı vekil olarak bırakmıştı.[1]


[1] İbn Sa’d III/181 (İbn Ömer, Aişe, İbnü’l-Müseyyeb ve başkalarından)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/180-182.

Umeyr b. Sa’d el Ensârî’nin Yaşantısı; Umeyr’in Humus’ta Valilik Yaptığı Sıralardaki Yaşantısı ve Hz. Ömer’in Onun Hakkında Söyledikleri

- Hz. Ömer, Umeyr’i Humus’a vali olarak göndermişti. Ama aradan bir sene geçmesine rağmen ondan bir haber alamayınca katibini çağırarak,
“Söyleyeceklerimi yaz! Ben Umeyr’in bize ihanet ettiği kanaatindeyim” dedi ve şu mektubu yazdırdı:
“Mektubum eline geçtiğinde vakit kaybetmeksizin Medine’ye, yanıma gel. Gelirken müslümanların ganimetlerinden toplayabildiğini de beraberinde getir!”. Umeyr mektubu alır almaz yol azığını bir dağarcığa koyup, su kırbası ve kabı ve bir de asasından ibaret eşyalarını da alarak Medine’ye doğru yola çıktı. Humus’tan Medine’ye kadar yürüyerek geldi. Yorgun-argın Medine’ye ulaştığında rengi solmuş, saçı-sakalı birbirine karışmış, üstü başı toz ve kir içerisinde kalmıştı. Doğruca Hz. Ömer’in yanına girerek “es-selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû (Selam, Allah’ın rahmet ve bereketi üzerine olsun!) ey Mü’minlerin Emîri!” diye selam verdi. Hz. Ömer
“Ey Umeyr! Durumun nedir?” diye sordu. O da
“Gördüğün gibi; vücudum sıhhatli, kanımsa tertemizdir. Ayrıca dünyayı da boynuzlarından tutmuş arkamdan sürüklemekteyim” cevabını verdi. Hz. Ömer
“Beraberinde ne getirdin?” dedi. Umeyr de şunları söyledi:
“Beraberimde içine azığımı koyduğum bir dağarcığım ve bir su kabım vardır. Acıktığımda dağarcığımdan yiyor, gerektiğinde de su kabını doldurarak guslediyor, ya da başımı ve elbiselerimi yıkıyorum. Yanımda ayrıca içerisine abdest ve içecek suyumu doldurduğum bir kırbayla, kendisine dayanarak yürüdüğüm bir asa vardır. Karşıma çıkan düşmanlara karşı da kendimi bu asa ile müdâfaa ediyorum. Allah’a yemin ederim ki dünya malı olarak yanımda bunlardan başka bir şey yoktur”.
Hz. Ömer ona “Peki sen Humus’tan buraya kadar yaya mı geldin?” diye sordu. Umeyr
“Evet!” dedi. Hz. Ömer
“Sana bineğini verebilecek bir arkadaşın da mı yoktu?” dedi. O
“Kimse vermedi, ben de istemedim” cevabını verdi. Hz. Ömer’se
“O, yanlarından geldiğin müslümanlar ne kötü insanlarmış!” dedi. Umeyr, de ona şunları söyledi: “Ey Ömer! Allah’tan kork! Allah Teâlâ sana gıybeti haram kılmamış mıdır? Ben yanlarından ayrılırken sabah namazını kıldıklarını bizzat gözlerimle gördüm”. Hz. Ömer
“Peki senden istediğimiz şeyler nerede? Ne yaptın?” diye sordu. Umeyr
“Ey Mü’minlerin Emîri! Sen benden neyi soruyorsun?” deyince de
“Sübhânallah!” dedi. Bunun üzerine Umeyr sözlerini şöyle sürdürdü:
“Eğer seni üzmekten korkmasaydım haber verecektim. Beni gönderdiğinde Humus’a vardım. Oradaki sâlih, iyi insanları biraraya getirdim sonra da ganimetleri ve cizyeleri toplayıp getirmeleri için her birini bir yere gönderdim. Getirdikleri malları da verilmesi gereken yerlere verdim. O zaman elimde hiç bir şey kalmadı. Eğer senin için de birşeyler kalacak olsaydı mutlaka getirirdim”. Hz. Ömer
“Sen şimdi bize hiç bir şey getirmedin mi?” diye sordu. Umeyr
“Hayır” dedi. Hz. Ömer
“O halde ben de seni yine aynı göreve getiriyorum” dedi. Bunun üzerine Umeyr şunları söyledi:
“Hayır, artık bitti. Bundan böyle ne senden ne de senden sonra gelecek olan halifelerin hiç birinden herhangi bir görev kabul etmeyeceğim. Allah’a yemin ederim ki o kadar uğraştığım halde yine de kendimi onun zararlarından koruyamadım. İyi biliyorum ki bu gelecekte de böyle olacaktır. Ben işbaşında bulunduğum bu süre içerisinde bir keresinde bir hristiyana
“Allah seni rezil etsin!” dedim. Ey Ömer! Bu felaketi benim başıma sen getirdin! Yaşadığım günlerin en hayırsızı arkadaşlarımla birlikte ölmeyerek senin devrinde yaşadığım günlerdir”. Sonra da izin isteyerek çıkıp evine gitti.
Umeyr’in evi Medine’den birkaç mil uzaktaydı. Onun çıkışından sonra Hz. Ömer
“Ben hâlâ onun bize ihanet ettiğinden kuşkulanıyorum” dedi ve oradakilerden Haris isminde birine yüz dinar vererek şunları söyledi:
“Gidip Umeyr’e misafir ol. Eğer kendisinde servet sahibi olduğuna dair bir alamet görebilirsen gel bize haber ver. Aksi takdirde bu yüz dinarı ona bağışla!”. Hâris gitti; oraya ulaştığında Umeyr’in bir duvar dibine oturup elbisesini temizlemekte olduğunu gördü. Yaklaştı ve selam verdi. O da selamını alarak
“Buyur in, misafirim ol!” dedi. Sonra Hâris’e
“Nereden geliyorsun?” diye sordu. O da
“Medine’den geliyorum” dedi. Umeyr bu kez
“Mü’minlerin Emîri nasıldır?” diye sordu. Haris
“Bildiğim kadarıyla iyidir” cevabını verdi. Umeyr müslümanları sordu, o yine
“Onlar da iyiler” dedi. Umeyr
“Peki Mü’minlerin Emîri hadleri yerine getirip, cezaları uyguluyor mu?” dedi. Hâris şu cevabı verdi:
“Evet; hatta zina eden kendi oğluna bile had vurdurdu ve o da bu yüzden öldü”. Bunun üzerine Umeyr
“Ey Rabb’im! Sen Ömer’e yardım et! Ben onun seni çok sevdiğini biliyorum” diye dua etti.
Hâris onun yanında üç gün misafir kaldı. Fakat onlar günde ancak bir ekmeği bulabiliyorlardı. Bu yüzden aç kaldılar. Sonunda dayanamayacak bir hale gelen Umeyr üçüncü günü misafirine “Ey arkadaş! Sen bizi aç bıraktın. Eğer bizimle bir işin varsa söyle; yoksa buyur git!” dedi. Bunun üzerine Hâris yüz dinarı çıkararak Umeyr’e uzattı ve
“Bunu sana Mü’minlerin Emîri göndermiştir” dedi. Umeyr de
“Hayır, benim bunlara ihtiyacım yoktur. Sen onları yine Mü’minlerin Emîri’ne götür” dedi. Hanımı ise
“Ey Umeyr! Niçin almıyorsun? Varsa ihtiyacımıza harcarsın; yoksa da fakir-fukaraya dağıtırsın” dedi. Umeyr’in “Bunları koyabileceğim bir kesem bile yok, alıp da ne yapacağım?” demesi üzerine de entarisinden bir parça kopararak ona verdi.
Paraları, hanımının eteğinden kopararak verdiği bez parçasına saran Umeyr dışarı çıkarak bunları şehitlerin dul ve yetimlerine ve çevredeki fakirlere dağıttı. Sonra da evine döndü.
“Acaba bana da birşeyler verir mi?” diye düşünmekte olan Hâris’e de
“Mü’minlerin Emîri’ne benden selam söyle!” diyerek uğurladı. Medine’ye döndüğünde Hz. Ömer kendisine
“Ne gördün?” diye sorunca Hâris
“Ey Mü’minlerin Emîri! Onu çok şiddetli bir fakirlik ve sıkıntı içerisinde gördüm!” dedi. Hz. Ömer
“Peki, dinarları ne yaptı?” diye sordu. Hâris de
“Bilmiyorum!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Umeyr’e
“Mektubumu alır almaz hiç vakit kaybetmeksizin bana gel” şeklinde bir mektup yazdı. Davetine icâbet ettiğinde de ona
“Ey Umeyr! O yüz dinarı ne yaptın?” diye sordu. Umeyr
“Ne yaptımsa yaptım? Bunu niçin soruyorsun?” dedi. Hz. Ömer
“Sana Allah ile yemin verdiriyorum, o yüz dinarı ne yaptığını bana söyle” dedi. Umeyr de
“Fakir-fukarâya dağıtarak kendime âhiret azığı yaptım” cevabım verdi. Bu cevap üzerine Hz. Ömer
“Allah senden razı olsun” dedi ve ona bir yük yiyecek ile iki elbise verilmesini emretti. Ancak Umeyr yiyeceği kabul etmeyerek şöyle dedi:
“Yiyecekler kalsın, çünkü ihtiyacım yoktur. Gelirken evde iki ölçek arpa vardı. Biz onu bitirinceye kadar da Allah Teâlâ rızkımızı gönderecektir. Elbiselere gelince onları alabilirim; çünkü elbisesi olmayan birini tanıyorum”.
Bundan kısa bir süre sonra Umeyr vefat etti. Hz. Ömer onun vefat ettiğini işittiğinde çok üzüldü ve kendisine Allah’tan rahmet diledi. Onun için Bâkiu’l-Ğarkad mezarlığına giderlerken Hz. Ömer yanındakilere
“Her biriniz birşeyler temennî etsin!” buyurdu. Bunun üzerine birisi
“Ey Mü’minlerin Emîri! Ben çok malım olup da Allah rızası için şu kadar köleyi azat etmek isterdim” dedi. Bir başkası
“Ey Mü’minlerin Emiri! Ben de çok servet sahibi olup bunu Allah yolunda infak etmeyi isterdim” temennisinde bulundu. Bir diğeriyse şunları söyledi:
“Güçlü kuvvetli birisi olup zemzem kuyusundan su çekerek Allah’ın Beyti’ni ziyarete gelenlere dağıtmayı çok isterdim”. Sonunda da Hz. Ömer şunları söyledi:
“Ben de yanımda Umeyr b. Sa’d gibi birisinin bulunup müslümanların işlerinde bana yardımcı olmasını isterdim”[1]


[1] Ebu Nuaym, Hilye I/247 (Abdulmelik b. Harun b. Antere’den, o babasından, o da kendi babasından); Heysemi IX/384 (Tabarani bir benzerini Umeyr b. Sa’d’dan); Kenz VII/79 (Muhammed b. Müzahim tarikiyle).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/182-185.

Said b. Âmir’in Humus Valiliği ve Kendisinden Şikayette Bulunan Halkın Şikayetlerini Cevaplandırması

- Halid b. Mi’dân şöyle anlatıyor: Hz. Ömer, Said b. Âmir b. Hızyem el-Cumahî’yi bizim başımıza Humus valisi olarak tayin etmişti. Sonra bir gün, Humus’a geldiğinde
“Ey Humuslular! Valinizden memnun musunuz? Onu nasıl buluyorsunuz?” diye sordu. Onlar da memnun olmadıklarını söylediler. Hz. Ömer
“Peki şikayetleriniz nelerdir?” diye sordu. Halk şöyle dedi:
“Dört şeyden dolayı kendisinden şikayetçiyiz. Birincisi güneş iyice çıkmadıkça görevinin başına gelmiyor”. Hz. Ömer
“Bu büyük bir hatadır” dedi.
“İkincisi, geceleri hiç kimseyi kabul etmez ve hiç kimseyle konuşmaz” dediler. Hz. Ömer
“Bu da büyük bir hatadır” dedi ve sonra
“Üçüncüsü nedir?” diye sordu onlar da
“Onun ayda bir günü vardır ki evinden hiç çıkmaz” dediler. Hz. Ömer
“Bu da diğerleri gibi büyük bir hatadır. Peki sonuncu şikayetiniz nedir?” diye sordu.
“Bazı günler titremeye tutulup bayılıyor ve hiç iş görmüyor” dediler.
Bunun üzerine Hz. Ömer, vali Said b. Âmir ile Humusluları biraraya getirdi ve
“Ey Rabb’im! Bu zat hakkındaki düşüncelerimi yanlış çıkarma” diye dua etti. Sonra da Humuslulara
“Validen şikayetiniz nedir?” diye sordu. Onlar
“Güneş iyice çıkmadıkça görevinin başına gelmiyor” dediler. Said b. Âmir buna şu cevabı verdi:
“Allah’a yemin ederim ki istemeyerek de olsa bunun sebebini söyleyeceğim. Ailemin hizmetçisi yoktur. Ben de yardım olsun diye onun hamurunu yoğuruyor; mayaya gelmesini bekleyerek ekmeği pişiriyorum. Sonra da abdest alıp görevimin başına gidiyorum:’ Hz. Ömer
“Başka bir şikayetiniz var mı?” diye sordu. Humuslular
“Geceleri kimseyi kabul etmiyor” dediler. Hz. Ömer valiye dönüp,
“Sebebini söyler misin?” dedi. O da
“Bunu söylemek hoşuma gitmiyor ama çarnâçar söyleyeceğim: Ben gündüzümü onlara gecemi de Allah’a verdim” diye cevap verdi. Hz. Ömer daha başka bir şikayetleri olup olmadığını sorduğunda halk
“Ayda bir gün vardır ki evinden hiç çıkmaz” dediler. Vali bunu da şu şekilde cevaplandırdı:
“Elbisemi yıkayacak bir hizmetçim olmadığı gibi ikinci bir elbisem de yoktur. Evimden çıkmadığım gün onu yıkıyor ve kurumasını bekliyorum. Sonra onu ovalayıp giyiyorum ama o zamana kadar da gün sona eriyor”. Son olarak Hz. Ömer’in başka bir şikayetleri olup olmadığı sorusuna Humuslular şu karşılığı verdiler:
“Bazı günler saraya (titreme) yakalanıp iş göremiyor”. Hz. Ömer buna ne diyeceğini sorduğunda da vali şunları söyledi:
“Hubeyb b. el-Ensârî’nin Mekke’de öldürülüşü sırasında ben de oradaydım. Müşrikler onun bazı organlarını keserek hurma ağaçlarının üzerine koyuyorlar ve sonra ona
“Şu anda Muhammed’in senin yerinde olmasını ister misin?” diye soruyorlardı. O da
“Allah’a yemin ederim ki ben şu anda ailemin içinde, çoluk-çocuğumun arasında bulunmayı Muhammed’in ayağına batacak bir dikene değişmem” cevabını verdi ve sonra da
“Ey Muhammed!” diye bağırdı. Ben o sırada müşriklerden olup Hubeyb’e hiç bir yardımda bulunamadım. İşte ben o zamandan beri vicdan azabı çekiyor ve Allah Teâlâ’nın beni bağışlamayacağını düşünüyorum. Bu düşünceye daldığım bazı zamanlar da düşüp bayılıyorum”. Hz. Ömer
“Benim bu zat hakkındaki düşüncelerimi doğru çıkaran Allah’a hamdolsun” diyerek valiye bin dinar yolladı. Bununla işlerini düzene sokmasını istedi. Parayı gören valinin hanımı sevinerek
“Bizi zengin kılıp senin hizmet etmene gerek bırakmayan Allah’a şükürler olsun” dedi. Ancak vali, hanımına
“Bunu daha hayırlı bir yere harcamamızı istemez misin? Onu öyle birisine vereceğiz ki o da bize bunun karşılığını en muhtaç olduğumuz bir sırada verecektir” dedi. Karısı da razı oldu. Bunun üzerine vali güvenilir bir adamını çağırdı ve parayı beş-on keseye bölüp ona vererek
“Şu keseyi falan zatın dul hanımına ver. Şunu falan zatın yetimine, şunu da falan kişinin fakirlerine götür” dedi. Böylece paranın tamamını Allah rızası için dağıttı. Elinde çok az bir şey kaldı. Onu da hanımına vererek “Artık bunu da sen infak edersin!” dedi ve işine gitti. Döndüğünde hanımı
“O paradan bizim için hizmetçi tutacak kadar bir şey ayıramaz mıydın?” dedi. Vali de
“O verdiklerimiz bizlere, en muhtaç olduğumuz bir zamanda geri verilecektir” karşılığını verdi.[1]


[1] Ebu Nuaym, Hilye I/245
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/185-186.

Ebu Hüreyre’nin Alçak gönüllülüğü

- Sa’lebe b. Ebî Mâlik şöyle anlatıyor: Ebu Hüreyre, Medine valisi Mervan’ın vekili bulunduğu sıralardan birinde sırtına bir yük odun almış Medine çarşısından geçiyordu. Bir ara yolu darlaştırdığım için bana
“Ey İbn Ebî Mâlik! emîre yol ver!” diye bağırdı. Ben de kendisine
“Buradan geçebilirsin, çekilmeme gerek yok” dedim. Ancak o yine
“Senden emîre yol yermeni istiyorum” dedi.[1]


[1] Ebu Nuaym, Hilye I/385. Mervan b. Hakem, Muaviye’nin Medine valisi idi. Bir yere gitmesi gerektiğinde yerine vekil olarak Ebu Hüreyre’yi bırakırdı.
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/187.
Top