Davet Yolunda Susuzluğa Açlığa Korkuya Elbisesizliğe Hastalığa Katlanmak

Davet Yolunda Susuzluğa Açlığa Korkuya Elbisesizliğe Hastalığa Katlanmak

Tebük Savaşında Ashabın Susuzluk Çekmeleri

- Hz. Ömer’den bize sıkıntılı zamanın durumunu haber vermesini istedik. Hz. Ömer

“Biz Tebük’e tam hararetin şiddetli olduğu bir devrede çıktık. Bir yerde konakladık. Öyle çok susadık ki, boynumuzun kopacağını sandık. İçimizden biri gidip yüküne bakarken boynunun kopacağını sanmadan geri dönemiyordu. Hatta bazıları devesini kesiyor ve işkembesindeki suyu içtikten sonra gerisini göğsü üzerine koyuyordu. Ebubekir, Hz, Peygamber’e

“Ey Allah’ın Rasûlü! Allah duada sana hayrı vermeyi adet kılmıştır. Bizim için Allah’a yalvar” dedi. Hz. Peygamber

“Sen bunu istiyor musun?” deyince, Ebubekir (r.a.),

“evet” dedi. Hz. Peygamber ellerini göğe doğru kaldırdı. Hatta gök bulutlanınca ve yağmur gelinceye kadar da ellerini indirmedi. Yağmur geldikten sonra, herkes yanındaki kabları doldurdu. Sonra biz yolumuza devam ettik. Gördük ki bizim ordumuzun dışındaki yerlere yağmur yağmamıştı.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, V/9; Heysemi, Mecma’, VI/194, İbn Cerir (İbn Vehb’den), İbn Kesir Tefsir’de, II/396; Bezzar; Tabarani, Esvat

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/313.

Hâris, İkrime ve Ayyaş’ın Yermük Savaşında Çektikleri Susuzluk

- Yermük savaşında, Hâris b. Hişam, İkrime b. Ebî Cehil ve Ayyaş b. Ebî Rabia ağır yaralar alarak yere düştüler. Hâris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime’nin kendisine baktığını görünce

“Bu suyu İkrime’ye götür” dedi. İkrime suyu alırken, Ayyaş’ın kendine baktığını gördü, suyu içmeyerek

“Bunu götür Ayyaş’a ver” dedi. Fakat su Ayyaş’a yetişmeden Ayyaş öldü. Bunun üzerine sucu İkrime’ye koştu. Fakat İkrime de ölmüştü. Hemen Hâris’in yanına koştu. Hâris de ölmüştü.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenzü’l-Ummal, V/310 (Ebu Nuaym ve İbn Asakir’den); Hakim, Müstedrek, III/242, (Abdullah b. Sa’d’dan). Burada Ayyaş yerine, Süheyl b. Amr vardır. İstiab, III/150.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/313.

Ebu Amr el-Ensarî’nin Allah Yolunda Susuzluğa Katlanması

Ebu Amr el-Ensarî’yi gördüm. Bu zat hem ikinci Akabe’de bulunmuş, hem de Bedir ve Uhud savaşlarına katılmıştı. Oruçlu olduğu için susuzluktan kıvranıyordu. Hizmetçisine

“Yüzüme biraz su serp” dedi. Hizmetçisi yüzüne suyu serptikten sonra, okluğundan üç tane ok çekti. Okları düşmana attıktan sonra

“Rasûlullah’tan duydum ki, kim Allah yolunda bir ok atarsa, isterse o ok hedefe ulaşmasın, o ok kıyamet günü kendisi için bir nûr olur” buyurdu, dedi ve güneş batmadan şehid oldu.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Terğib, II/404 (Tabarani’den); Hakim, III/395.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/313-314.

Bir Savaşta Soğuğun Şiddetinden Ashabın Çukur Kazarak İçine Girmeleri

- Ebu Reyhame şöyle anlatıyor: Bir gazvede Peygamber’le beraberdik. Bir gece yüksek bir yere vardık. Şiddetli bir soğuğa yakalandık. Hatta baktım ki kişilerin bazısı bir çukur eşiyor, içine giriyor ve zırhını üzerine örtüyordu. Hz. Peygamber bunu gördüğü zaman

“Bu gece bizi koruyacak, nöbet tutacak kim vardır? Ona, faziletine nail olacak bir dua yapacağım!” buyurdu. Ensardan bir kişi kalkarak

“Ben ya Rasûlellah!” dedi. Hz. Peygamber

“Sen kimsin?” dedi. O adam

“Ben filanım” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah

“Yaklaş!” dedi. Sahabi peygambere yaklaştı. Peygamber onun elbisesinin bir yerinden tuttuktan sonra dua etmeye başladı. Rasûlullah’ın duasını işittiğimde

“Ben de nöbet tutacağım ya Rasûlellah!” dedim. Bana

“Sen kimsin?” diye sordu.

“Ben Ebu Reyhane’yim” dedim. Hz. Peygamber bana da dua etti. Fakat arkadaşıma ettiği dua kadar değildi. Sonra Hz. Peygamber

“Allah yolunda uykusuz kalan bir gözü cehennem ateşi yakmaz” buyurdu.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] İsabe, II/156 (İmam Ahmed, Nesai ve Tabarani’den); Beyhaki, IX/149.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/314.

Hz. Hamza’nın Kefenlenmesi

- Habbab b. Eret şöyle anlatıyor: Ben Hz. Hamza’yı şehid düştüğünde gördüm. Kefen olacak bir elbisesi dahi yoktu. Ancak bir kürkü vardı. Biz onun kürküyle mübarek ayaklarını kapatmak istediğimizde başı dışarda kalırdı. Başını kapatmak istediğimizde de ayakları dışarda kalırdı. Bundan dolayı, başını örttük, ayaklarını da ızhır otuyla kapatmak zorunda kaldık.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Müntehab, V/170 (Tabarani’den)

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/315.

Şurahbil b. Hasene’nin Bu Konuda Hz. Peygamber’le Olan Kıssası

- Şeffa binti Abdullah anlatıyor: Hz. Peygamber’e geldim. Ondan yardım istedim. Hz. Peygamber benden özür diledi. Ben de Peygamber’i kınıyordum. Namaz vakti geldi, ben çıktım. Kızımın hanesine gittim. Kızım Şurahbil b. Hasene ile evliydi. Baktım Şurahbil evdedir, ona

“Namaz başladı, sen hâlâ evdesin!” dedim. Ve bu sefer de Şurahbil’i kınadım. Şurahbil

“Ey teyze! Beni kınama. Bir elbisem vardı, Rasûlullah onu benden emaneten aldı, onunla cemaata gitti” dedi. Ben

“Anam babam sana feda olsun ya Rasülallah! Ben de sabahtan beri seni kınıyordum. Halbuki elbisen dahi yokmuş. Ben bunu bilmiyordum” dedim. Şurahbil

“Rasûlullah’a emanet verdiğim elbise de yamalıydı” dedi.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Terğib, III/397 (Tabarani ve Beyhaki’den); Kenzü’l-Ummal, IV/41; İsabe, II/271; Hakim, Müstedrek, IV/58.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/315.

Hz. Ebubekir’in Elbise Yetersizliğine Sabretmesi ve Cebrail’in Onu Müjdelemesi

- Hz. Peygamber bir gün oturuyordu. Yanında Ebubekir (r.a.) de vardı. Ebubekir’in sırtında bir aba vardı. O abayı da göğsüne bir dikenle iliklemişti. O anda Hz. Peygamber’e Cebrail geldi. Allah’tan ona selam getirdi. Sonra

“Ey Allah’ın Rasûlü! Ne oluyor, Ebubekir’in göğsünde bir dikenle iliklenmiş aba giydiğini görüyorum?” dedi. Hz. Peygamber

“Ey Cebrail! Mekke fethinden önce bütün malını bana harcadı” buyurdu. Cebrail

“O halde Allah’tan ona selam söyle ve de ki: Rabb’in sana soruyor, bu fakirlik halinden razı mısın değil misin?” Hz. Peygamber Ebubekir’e dönerek

“Ey Ebabekir! Cebrail burada. Allah’tan sana selam getirmiştir ve Rabb’in senden ‘Bu fakirlik halinde benden razı mısın değil misin?’ diye soruyor”. Bunun üzerine Ebubekir Sıddık ağladı ve

“Ben Rabb’ime nasıl öfkelenebilirim? Ben Rabb’imden razıyım, ben Rabb’imden razıyım” dedi.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hilye, VII/105; Kenzü’l-Ummal, IV/353, İbn Kesir “bu hadiste şiddetli bir garabet vardır” diyor.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/315-316.

Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın Elbise Yetersizliğine Sabretmeleri

- Hz. Ali şöyle anlatıyor: Ben Fatıma ile evlendim. Yatağımız bir koç derisinden ibaretti. Geceleyin üzerinde yatıyor, gündüzleyin de su çeken devemize, üzerinde yem yediriyorduk. Fatıma’dan başka hizmet edenimiz de yoktu.[1]

- İbn Bureyde anlatıyor: Babam bana “Peygamber’le olduğumuzda ve yağmura tutulduğumuzda, eğer bizi görmüş olsaydın, bizim kokumuzun koyun kokusu olduğunu sanırdın” dedi.[2]

- Said b. Ebî Bürde anlatıyor: Babam bana “Ey oğul! Biz Peygamber’le beraber olduğumuz devrede bizi görseydin, bize yağmur isabet ettiği zaman, bizden koyun kokusu duyacaktın. Çünkü bizim elbiselerimiz kaba yündendi” dedi.[3]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kenzü’l-Ummal, VII/133

[2] Terğib, III/3994 (Tirmizi, Ebu Davud ve İbn Mace’den)

[3] İbn Sa’d, IV/80; Tabarani’de “Bizim elbiselerimiz bana yündü, yemeğimiz de su ve hurmaydı” eki vardır. Heysemi, X/325

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/316.

Suffe Ashabının Elbisesizliğe Katlanmaları

- Ebu Hureyre şöyle anlatıyor: Ashabı Suffe’den yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirisinin sırtında bir aba yoktu. Ya bir izar vardı veya boyunlarına bağlamış oldukları bir elbise. Kimisinin elbisesi baldırlarının yarısına kadar iniyordu, kiminin de topuklarına kadar inerdi. Avret yerleri görünmesin diye elleriyle elbiselerini tutarlardı.[1]

Hz. Aişe’nin huzuruna bir kişi geldi. Hz. Aişe’nin yanında cariyesi vardı. Cariyenin sırtında bir elbise vardı ki fiatı beş dirhemdi. Hz. Aişe o kişiye “Gözünü kaldır ve cariyeme bak! O bu elbiseyi evde giymeye dahi tenezzül etmiyor. Halbuki Hz. Peygamber zamanında bundan bir elbisem vardı. Medine’de süslenmek isteyen her kadın o elbiseyi benden emanet alırdı” dedi.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Terğib, III/397; Ebu Nuaym, Hilye, I/341. Burada “Ben ashabı suffedendim. Hiç birimizin sırtında tam bir elbise yoktu. Ter, kir ve tozdan, vücudumuzda izler oluşmuştu” deniyor. Bu rivayet, Vasile b. el-Eska’dan geliyor.

[2] Terğib, V/164

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/316.

Sahabelerin Ahzap Gecesinde Şiddetli Korkuya, Açlık ve Soğuğa Katlanmaları

- Huzeyfe (r.a.) Hz. Peygamber’le birlikte bulundukları savaşlardan bahsetti. Onun yanında oturanlar

“Andolsun, eğer biz Peygamber’le beraber olsaydık, şöyle şöyle yapardık!” dediler. Huzeyfe

“Bunu temmenni etmeyiniz. Ben sahabileri Ahzab gecesinde gördüm. Saf tutmuş, oturuyorlardı. Ebu Süfyan ve beraberindekiler üst tarafımızda, Kureyza yahudileri de altımızda idiler. Çoluk çocuğumuza hücum etmelerinden korkuyorduk. Karanlık ve rüzgar bakımından ondan daha şiddetli bir gece görmedim. Esen rüzgarda yıldırımlara benzer sesler vardı. Öyle karanlık vardı ki birbirimizin parmağını dahi göremiyorduk. Münafıklar evlerinin perişan olduğunun bahisle Peybamber’den izin istemeye başladılar. Halbuki evleri perişan değildi. Münafıklardan kim Peygamber’den izin istemişse, Peygamber kendisine izin verdi. Ve izin verilenler teker teker sıvışıp gidiyordu. Biz üçyüz kişiydik. Hz. Peygamber bir ara bize yönelerek teker teker halimizi sordu. Yanıma geldi. Üzerimde düşmanın silahından bile koruyacak bir zırhım bile yoktu. Hatta soğuktan koruyacak elbisem de yoktu. Ancak sırtımda yün elbise vardı ki, o da hanımıma aitti. Dizlerimden aşağı inmiyordu. Hz. Peygamber yanıma geldiğinde iki dizim üstünde oturmuştum. Bu kimdir diye sorunca

“Ben Huzeyfe’yim ya Rasülellah” dedim. Tekrar

“Huzeyfe mi?” diye sorunca, ben daha çok yere eğildim.

“Evet, ya Rasülellah, Huzeyfe!” dedim. Bunu da ayağa kalkmamak için söylüyordum. Fakat ayağa kalktım. Bana

“Kureyş ordusunda kaynaşma var. Git, bana haber getir’ dedi. Ben o gece korku ve soğuk sebebiyle herkesten daha dehşetli bir haldeydim. Rasülullah’ın emri üzerine çıktım ve Hz. Peygamber benim için “Ey Allah’ım! Onu önünden, arkasından, sağından, solundan, üstünden ve altından muhafaza eyle!” diye dua buyurdu.

Allah’a yemin ederim, Allah’ın içimde yaratmış olduğu korku ve soğuğu artık hissetmez oldum, hepsi zail olup gitti. Rasûlullah’ın yanından arkamı dönerek giderken bana

“Ey Huzeyfe, sakın bana dönüp gelinceye kadar düşman içinde herhangi bir hadise çıkarma!” dedi. Böylece çıktım, müşriklerin ordusuna yaklaştım. Baktım ki bir ateş yanıyor. Esmer ve şişman bir adam, ellerini ateşte ısıtıyor ve kalçalarına sürerek “artık dönelim, artık dönelim” diyordu. Bu geceden önce Ebu Süfyan’ı tanımıyordum. Ateşin ışığında adama atmak için okluğumdan beyaz başlı bir ok çıkardım, yayıma yerleştirdim. Fakat Hz. Peygamber’in “Düşman içinde bir hadise çıkarma” sözünü hatırladım ve oku tekrar yerine koydum. Sonra bana cesaret geldi ve ordugâhın içine girdim. Baktım ki bana en yakın bulunan kişiler Benî Amir kabilesidir. Birbirlerine

“Ey Amir’in ailesi! Haydi, geri dönünüz. Sizin artık burada yeriniz yoktur!” diyorlardı. Fırtına da onların üzerine doğru esiyor, fakat onların sınırını aşmıyordu. Allah’a yemin ederim ki, fırtınanın eşya ve yatakları içine savurduğu taşların sesini duyuyordum. Sonra Rasûlullah’a doğru geldim. Yolun ortasına gelince, yirmi kişi civarında bir süvari kâfilesiyle karşılaştım. Hepsi de sarıklıydı. Bana

“Arkadaşına söyle, Allah onu bunların şerrinden korudu!” dediler.

Rasûlullah’a geldim. Peygamber abasını sırtına sarmış, namaz kılıyordu. Allah’a yemin ederim ki, ben döner dönmez, eski soğuğu hissettim. Çenelerim birbirine vuruyordu. Hz. Peygamber, bana “Gel” diye işaret etti. Ona yaklaştım. Abasının eteğini sırtıma attı. Allah’ın Rasûlü bir hadise ile karşılaştığı zaman namaz kılardı. Ona durumu anlattım ve “Ben onların aralarından ayrılırken, onlar dönmek üzereydiler” dedim. Bunun üzerine, Allah Teâlâ, Ahzab: 33/9-25 ayetlerini indirdi.[1]

- Yezid et-Teymî şöyle anlatıyor: Huzeyfe’nin yanındaydım. Bir kişi Huzeyfe’ye

“Eğer ben Peygamber zamanına yetişseydim onunla beraber savaşır ve büyük bir metanet gösterirdim” dedi. Huzeyfe ona

“Sen mi öyle yapacaktın? Allah’a yemin ederim ki, Ahzab günü Hz. Peygamber’le beraberdim. Şiddetli rüzgâr ve korkunç bir soğuk vardı. Hz. Peygamber

“Bir kişi yok mudur ki, müşriklerden bir haber getirsin de kıyamet günü benimle beraber bulunsun” dedi. Sonra Hz. Peygamber haber getirmem için beni gönderdi. Gidip Kureyş’in durumunu öğrendikten sonra Rasûlullah’a vardım. Düşmanın yanından döndükten sonra yine eskisi gibi titriyordum. Rasûlullah’a haberi verdim. Rasûlullah abasını bana giydirdi. Aba sırtındaydı ve onunla namaz kılıyordu. Ve sabaha kadar Hz. Peygamber’in abası altında uyudum. Sabahladığımda Hz. Peygamber “Ey uykucu! Kalk” dedi.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, IV/114 (Hakim’den); Kenzü’l-Ummal, V/279, Ebu Davud ve İbn Asakir de başka bir senetle ve uzun olarak rivayet etmişlerdir.

[2] Müslim; hadisi İbn İshak da, Muhammed b. Ka’b el-Kurazi’den munkati olarak rivayet ediyor. Burada Hz. Peygamber haber getirme cümlesini “şart cümlesi” olarak getiriyor ve “Korku, soğuk ve açlık dolayısıyla, hiç kimse buna cesaret edememişti” eki de var.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/317-318.

Uhud Savaşında Benî Eşhel Kabilesinden İki Adamın Kıssası

- Benî Eşhel kabilesinden bir adam şöyle anlatıyor: Ben Uhud savaşında bulundum. Kardeşim de vardı. İkimiz de yaralı olarak savaştan çıktık. Hz. Peygamber’in habercisi

“Düşmanın peşinden gidilecektir” sözünü ilan ettiğinde kardeşime

“Peygamber’le birlikte bir gazveye iştirakı kaçırmayalım” dedim. Allah’a yemin ederim, binecek hayvanımız da yoktu ve ikimiz de ağır yaralıydık. Rasûlullah ile beraber yola çıktık. Fakat benim yaram kardeşiminkinden daha hafifti. O bîtab düştüğünde onu biraz sırtlar götürürdüm, biraz da yürürdü. Bu müslümanların vardığı noktaya varıncaya kadar böyle devam etti.[1]

- Abdullah b. Sehl ve kardeşi Râfi b. Sehl, Hamrau’l-Esed denilen yere yaralı oldukları halde gidenlerdendi. Birisi diğerini sırtlayıp götürüyordu. Binekleri yoktu.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, IV/49 (İbn İshak’tan)

[2] İbn Sa’d, III/21

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/319.

Uhud Savaşında Şehid Olan Amr b. Cemuh’un Kıssası

- Amr b. Cemuh çok şiddetli bir şekilde topaldı. Arslan gibi dört oğlu vardı. Rasûlullah ile beraber bütün gazvelerde bulundular. Uhud gününde babalarının gelmesine taraftar olmadılar. Ve babalarına

“Allah seni mazur kılmıştır. Sen gelme!” dediler. Amr, Hz. Peygamber’e gelerek

“Oğullarım bu savaştan beni menetmek istiyorlar. Seninle gelmeme engel oluyorlar. Allah’a yemin ederim ki, topal ayağımla cennetin toprağına basmak istiyorum” dedi. Hz. Peygamber

“Allah seni mazur saymıştır. Sana cihad farz değildir” dedi. Ve oğullarına hitaben de “Size bir zarar yoktur. Onu gelmekten menetmeyiniz. Umulur ki Allah ona şehadeti nasib eder” buyurdular. Böylece Amr, Peygaınber’le beraber, topal olmasına rağmen, çıktı ve Uhud gününde şehid oldu.[1]

- Ebu Katade şöyle anlatıyor: Ben orada hazır bulunuyordum. Amr b. Cemuh Rasûlullah’a geldi ve

“Ey Allah’ın Rasûlü! Haber verir misin, ben Allah yolunda ölünceye kadar savaşırsam bu ayağımla sıhhatlı ve sağlam olarak cennette yürüyebilecek miyim?” diye sordu. Ayağı topaldı. Hz. Peygamber

“Evet” dedi. Kafirler onu Uhud gününde yeğeniyle ve kölesiyle beraber öldürdüler. Hz. Peygamber onun cenazesinin yanından geçerken

“Ben şu anda Ebu Amr’ı görür gibiyim, o topal ayağıyla sıhhatlı olarak cennette yürüyor!” dedi. Ve onu da yeğeni ve kölesiyle bir kabre gömmelerini emretti.[2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, IV/37

[2] Heysemi, IX/315 (İmam Ahmed’den); Beyhaki, IX/24 (İbn İshak’dan)

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/319-320.

Râfi b. Hadîc’in Kıssası

- Râfi b. Hadîc yaralandı. -Ravilerden Ömer b. Mezruk demiştir ki, bana olayı nakleden adam, Uhud günü mü, yoksa Huneyn günü mü dedi, iyice bilemiyorum- ve Hz. Peygamber’e gelerek

“Ey Allah’ın Rasûlü! Oku yaramdan çıkar” dedi. Hz. Peygamber

“Ey Râfî, eğer dilersen hem oku hem de okun ucundaki demiri çıkarayım. Eğer dilersen yalnız oku çıkarayım, okun ucundaki demir kalsın da kıyamet gününde senin şehitliğine şahitlik edeyim” dedi. Râfî

“Ey Allah’ın Rasûlü! Oku çek, başlık kalsın. Kıyamet gününde benim şehid olduğuma dair bana şahitlik yap” dedi. Böylece Muaviye’nin hilafetine kadar okun ucu içerde olduğu halde yaşadı. Sonra yarası azdı, bir gün ikindiden sonra vefat etti.[1]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bidaye, I/496. Fakat sahih olan şudur ki, Rafi b. Hadic Muaviye’nin hilafetinden sonra ölmüştür. İsabe, I/496, ihtimal ki, yaranın açılmasıyla, ölümü arasında bir zaman geçmiş olabilir. Bunu Baverdi, İbn Mendeh, Tabarani ve İbn Şahin de rivayet etmiştir. İsabe, I/474.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/320.
Top