Sa´d İbn Ubâde (r.a.)

Sa´d İbn Ubâde (r.a.)

Ensar´ın sancağının taşıyıcısı

Sa´d İbn Muaz zikredilsin de onunla birlikte Sa´d İbn Ubâde zik-redılmesın, bu olamaz...

Onlar Medine halkının liderleriydi...

Sa´d İbn Muâz, Evs´in,

Sa´d İbn Ubade ise Hazrec´in lideriydi.

Her kişi de erkenden müslüman olmuşlar, Akabe biatına katılmış­lar, itaatkâr, inançlı ve ihlâslı birer asker olarak Resûlüllah´la (s.a.v.j birlikte yaşamışlardı...

Belki Sa´d İbn Ubâde, bütün Ensar arasında, Kureyş´in Mekke´de müslümanlara reva gördüğü işkenceden payını alan tek kişiydi!...

Kureyş´in Mekke´de oturanlara işkence etmesi tabii idi...

Fakat Medine´den bir adamın, sadece bir adam değil, büyük bit liderin böyle bir işkenceye maruz kalması, hastı.

Bunun sebebi şöyledir: Akabe biati gizlice yapılıp Ensar yolculu­ğa hazır hale geldikten sonra Kureyş, Ensar´ın biatini ve Resûlüllah´la, Es.a.v.) onunla ve onun arkasından şirk ve karanlığın güçlerine karşı durdukları Medine´ye hicret konusunda anlaştıklarını öğrendi...

Kureyş deliye döndü ve yolda gitmekte olan kafileyi kovalamaya başladı. Nihayet kafiledekilerden Sa´d İbn Ubâde´ye yetişti. Müşrik­ler onu yakaladılar. Ellerini hayvanının yularıyla boynuna bağlayıp Mekke´ye götürdüler. Orada, onu dövmek ve istedikleri işkenceyi yapmak için etrafında toplandılar...

Kureyş´ten sığınma hakkı isteyip sığınanları uzun zaman koruyan,

yaptıkları ticarete karışmayan ve onlardan birisi Medine´ye gittiğinde sadece İbnu Ubâde´ye ağırlayan, Medine´nin en ileri gelen zatlarından birisi olan Sa´d İbn Ubâde´ye böyle mi davramlacaktı?.

Onun ellerini bağlayıp dövenler kendisini ve kavmi arasındaki yerini bilmiyorlardı...

Fakat, eğer bilselerdi, acaba onu serbest bırakırlar mıydı?. Onlar müslüman olan Mekke ileri gelenlerine de işkence etme­mişler miydi?.

O günlerde Kureyş delirmişti. Cahiliyye döneminin bütün imti­yazlarının, hakkın balyozları altında ezilmeye hazırlandığını görüp kin ve intikamlarını kusmaktan başka bir çare tanımıyorlardı...

Müşrikler anlattığımız gibi sopa ve zulümle Sa´d İbn Ubâde´-nin başına üşüşmüşlerdi...

Hikâyenin geri kalanını bırakalım da Sa´d anlatsın:

«? ...Vallahi artık ellerine düşmüştüm. Çünkü Kureyş´li bir grup

tepeme dikilmişti. Aralarında temiz yüzlü, beyaz ve uzun boylu bir

adam vardı.

Kendi kendime: Eğer bunlardan birinde hayır varsa bunda vardır, dedim...

O adam yanıma gelince elini kaldırıp bana bir tokat patlattı...

Yine kendi kendime; tamam vallahi, bundan başka hiçbirinde ha­yır yok, dedim!.

Aralarında çekiştirirlerken, onlardan birisi beni evine götürdü ve şöyle dedi: ´Vah sana! Daha önce, Kureyş´ten himaye ettiğin birisi yok mu?´.

Ben de: ´Var, Cübeyr İbn Mut´îm´in gönderdiği tacirieri himaye edi­yordum ve onları memleketimde onlara zulmetmek isteyen kimseler­den koruyordum. El-Harîs İbn Harb İbn Ümeyye´yi de ben himaye edi­yordum´ dedim.

O adam: ´O iki kişinin adını bir daha söyle ve onlara yaptığın hi­mayeyi anlat, dedi.´ Anlattım.

Adam o iki zatın yanına gidip onlara: ´Kendilerinin adlarını söyle­yen ve aralarındaki himayeden bahseden Hazredi birisinin Mekke´de dövülmekte olduğunu söyledi...´

O iki zat ona adımı sordular. O da Sa´d İbn Ubâde, dedi. Onlar: ´Vallahi, doğru dediler ve gelip onların elinden kurtardılar.´ Sa´d, daha işin başlangıcında karşılaştığı bu zulümden sonra Mek­ke´den ayrıldı. Böylece Kureyş´in savunmasız, iyiliğe, hakka ve barışa davet eden bir topluluğa karşı ne kadar acımasız olduğunu da öğren­miş oldu...

Bu zulüm onun azmini biledi ve kendini Resûlüllah´a (s.a.v.) asha-ba ve İslâm´a yardıma adamaya karar verdi:..

Resûlüllah (s.a.v.) Medine´ye hicret eder. Ondan önce ashabı hic-ret eder...

Sa´d mallarını muhacirlerin hizmetine verdi..

Sa´d doğuştan ve irsi olarak cömertti...

O, cahiîiyyedeki cömertliğinin ünü bütün ünlerden yaygın o Ubâde, îbn Duleym ve İbn Harîse´ydi...

Sa´d´ın İslâm´daki cömertliği onun güçlü ve sağlam imanının delil lerinden birisiydi...

Raviler onun bu cömertliği hakkında şöyle demişlerdir:

- Sa´d´ın tabağı Peygamberin (s.a.v.) bütün odalarında dqyordu...»

Yine şöyle demişlerdir:

«? Ensar´dan bazıları bîr, iki veya üç muhacirle evlerine giderlerdi.

Sa´d İbn Ubâde ise sekiz kişiyle giderdi!..» İşte bunun için, Sa´d Rabbinden daima iyiliğini ve rızkını artır masını isterdi...

O şöyle derdi:

«? Allah´ım az bana lâyık değildir ve ben de ona lâyık deği

İşte bu yüzden o, Resûlüllah´ın (s.a.v.) kendisine yaptığı şu duaya lâyıktı:

«? Allah´ım! Salâvatını ve rahmetini Sa´d İbn Ubâde´nin ailesi üzerine kıl...»

Sa´d İslâm´ın hizmetine sadece servetini değil, gücünü ve maha-retini de vermişti.

O çok iyi ok atardı. Resûlüllah´la (s.a.v.) birlikte çıktıkları savaş­larda onun tam bir fedaisiydi...

İbn Abbas (r.a.) şöyle der:

«? Resûlüllah´ın (s.a.v.) bütün savaşlarında iki sancağı vardı.

Muhacirlerin sancağı Ali İbn Ebî Talib´teydi...

cağı da, Sa´d İbn libâde´deydi

Katılığın bu güçlü şahsın karakteri olduğu görülür.

O, Hakk´ta katıydı...

Kendisi için hakk gördüğü şeyde sebat etmede katıydı...

Yapılması gereken bir şeyin açıkça ilân edilmesine inandığında dalkavukluğu, yapmaya karar verdiğinde de kimseye hoş görünmeyi bilmezdi...

İşte bu katılık veya aşırılık, Ensar´ın büyük liderini lehine olanlar­dan ziyâde, aleyhine olan davranışlara sevketmiştir...

Mekke´nin fethi günü Resûlüllah (s.a.v,) onu, müslüman ordusun­dan bir birliğe komutan yapmıştı...

O, mukaddes beldenin kapılarını görür görmez şöyle haykırdı: «? Bugün kahramanlık günüdür... Bugün haram helâl kılınır...»

Ömer İbnu´l-Hattab onun sözlerini duyunca hemen Resûlüllah´a (s.a.v.) koştu ve şöyle dedi: «? Ya Resûlellah!.

Sa´d İbn Ubâde´nin söylediğini dinle...

Kureyş içinde onun bir taşkınlık yapmasından emin değiliz...»

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Hz. Ali´ye, ona yetişip elinden sancağı almasını ve onun yerine komutan olmasını emretti...

Sa´d, Mekke´nin, muzaffer İslâm ordusuna teslim olup boyun eğ­diğini görünce mü´minlerin ve birgün kendisinin üzerine yağdırdığı bütün işkence çeşitlerini hatırladı.

Bütün günâhları, ´Lâ ilahe illallah´ demek olan zayıf kimselere kar­şı Mekke halkının açtığı savaşları hatırlayınca katılığı onu, Kureyş´in başına gelen sevinmeye ve büyük fetih gününde onları tehdide sevketmişti...

Bu katılık veya başka bir deyişle Sa´d´ın karakterinin bir parça­sını meydana getiren bu aşırılık onu Saklfe [1] günündeki bilinen ye­rinde durdurmuştur...

Peygamber´in (s.a.v,) vefatından hemen sonra, Resûlüllah´ın (s.a.v.) halifesinin Ensar´dan olmasını söyleyerek Benî Said´e Sakife´sinde En-sar´dan bir grup onun etrafında toplandı...

Resûlüllah´m (s.a.v.) halifesi olmak ona sahip olanlar için dünya­da ve ahirette bir şerefti...

Bu bakımdan Ensar´dan olan bu grup, onu elde etmek istemişti...

Fakat, Resûlüllah (s.a.v.) hastalığı esnasında Hz. Ebû Bekir´in arka­sında namaz kılmıştı. Sahabe Resûlüllah´ın [s.a.v.) başka olaylarla da teyîd etmiş olduğu Ebû Bekir´i imam yapma olayından, halîfenin «ma­ğaradayken ikinin ikincisi» olan Ebû Bekir olduğunu anlamıştı...

Diyoruz kî: Oniar, Ebû Bekir´in halifeliğe başkasından daha lâyık olduğunu anlamışlardı.

Böylece Ömer Îbnu´l-Hattab [r.a.) bu görüşteydi ve onu savundu. Yine Sa´d İbn Ubâde (r.a.) başka bir görüşteydi ve onu savundu. İşte bu görüş Resûlüllah´ın (s.a.v.) ashabından bir çoğunu red ve inkâr maka­mında olan bu tavrı takınmaya sevketmişti.

Ancak Sa´d îbn Ubâde bu tutumuyla samimi bir şekilde kara ve ahlâkını yansıtıyordu...

O anlattığımız gibi kanaatinde sebat etmede çok katı, açık ol­mada çok inatçıydı...

Huneyn savaşından az önce Resûlüllah´ın [s.a.v.) huzurundaki tu­tumu onun bu huyuna delâlet etmektedir...

Müslümanlar bu savaşı muzaffer olarak bitirdiklerinde, Resûlüllah (s.a.v.) savaş ganimetlerini müslümanlara taksim etmeye başladı. O gün, kalpleri İslâm´a ısındırılmak istenenlere özel bir ilgi gösterdi. Çün­kü onlar kısa süre önce İslâm´a girmiş olan eşraftı. Resûlüllah (s.a.v.) gösterdiği bu ilgiyle, savaşa katılanlardan ihtiyaç sahibi olanlara ver­diği gibi onların da kalplerini kazanmayı düşünmüştü.

Ama sağlam müslümanlan müslümanlıklanna havale edip onlara bu savaşta elde edilen ganimetlerden hiçbir şey vermemişti.

Resûlüllah´ın (s.a.v.) verdiği hediye sadece hediye herkesin çok arzu ettiği bir şerefti,..

Savaş ganimetleri müslümanların geçimlerinin ona dayandığı önemli bir geliri teşkil ediyordu...

Böyle olunca,1 Ensar devamlı şunu soruyordu: Resûlüllah (s.a.v.) haraç ve ganimet paylarını onlara niçin vermemişti?.

Ensar´ın şairi Hassan İbn Sabit şu şiiri söylemiştir: «Resûl´e git ve onu insanlar sayıldığı zaman, mü´minler için gü­venilenlerin en hayırlısı de.

Uzakta olduğu halde, bir kavmin önüne geçirilip, niye Süleym ter­cih ediliyor? Onlar barındırdılar ve yardım ettiler. Savaş ateşi tu­tuşmuşken hidâyet dinine yardım ettikleri için Allah onları Ensar diye adlandırdı...

Onlar Allah yolunda koştular, felâket ve musibetlere göğüs ger­diler. Yüz çevirmediler ve bıkıp usanmadılar». Hz. Peygamberin (s.a.v.) ve Ensar´ın şairi olan Hassan bu beyit­lerde Ensar´ın çektiği sıkıntıyı ifade etmiştir. Halbuki Peygamber (s.a.v.) sahabeden bazılarına vereceğini vermiş onlara hiçbir şey ver­memişti...

Ensar´ın lideri, Sa´d İbn Ubâde kabilesinin bu meseleyi araların­da konuştuğunu görüp duydu ve bu durum onu memnun etmedi. Bu onun kapalı olmayan ve açık karakterini yansıtıyordu. Hemen Resû-lüllah´a (s.a.v.) gidip şöyle dedi:

«? Ya Resûlellah;

Ensar ganimet mallarının bu şekilde dağıtılmasından dolayı size karşı gönüllerinde teessür duymuşlardır.

Sen kendi kavmine dağıttın, Arap kabilelerine bol bol verdin de, Ensar´a hiçbir şey vermedin...»

Böylece, herşeyi açık bu adam, kendi gönlünden geçen ve Ensar´­ın içinden geçen her şeyi anlattı... Hz. Peygamber´e durum hakkında güvenli bir tablo verdi...

Resûlüllah (s.a.v.) ona sordur

«? Ey Sa´d! Sen de bu fikirde misin?»

Sa´d aynı açıklıkla, «? Ben de kavmimin bir ferdi olmaktan başka birşey değilim» dedi.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona:

«?; Öyleyse haydi kavmini benim için topla» dedi.

Hikâyeyi sonuna kadar takip etmemiz lâzım. Çünkü onun dayanıl­maz bir dehşeti vardır!

Sa´d kavmi Ensar´ı tepladr:

Resûlüllah (s.a.v.) onlara gelip üzgün yüzlerini süzdü, anlayış takdirle parlayan bir gülümseme attı...

Daha sonra şöyle konuştu:

«? Ey Ensar topluluğu!

Sizden bana gelen dedikodu ve bana karşı gönlünüzde duyduğu­nuz teessür nedir?

Siz dalâlet içindeyken ben size gelmiş değil miyim ve benim va­sıtamla Allah´ın hidâyeti erişmiş değil midir?

Sîz fakirken, benim hicretimle Allah sizi zenginleştirmedi mi?

Siz birbirinize düşmanken benim gelmemle Allah kalplerinizi bir estirmedi mi?»

Onlar şöyle cevap verdiler:

«? Evet, Allah ve Resûlü´nün üzerimizdeki lûtfu daha büyüktür.;

Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

«? Cevap vermiyor musunuz, ey Ensar topluluğu »

: Onlar:

«? Ya Resûlüllah! (s.a.v.) Sana nasıl cevap verelim, minne şükran Allah´a ve elçisine aittir» dediler,

Resûlüllah (s.a.v.) şöyle dedi:

«? Siz benim sorularıma şöyle cevap verseydiniz daha doğru söylemiş ve tarafımdan daha çok tasdik edilirdiniz!

Sen yalanlanmış olarak aramıza geldin de biz sana inandık.

Sen terkedilmiş, yalnız bırakılmış olarak bize geldin de biz sana yardım ettik.

Koğulmuş olarak geldin de, seni biz evimize aldık.

Ey Ensar topluluğu! Bazılarının kalplerini ısındırmakla müslüman olmaları için verdiğim ve sizin müslümanlığmızın sağlamlığına güve­nerek size vermediğim önemsiz dünya malından dolayı canınız mı sıkıldı?

Ey Ensar topluluğu! İnsanlar aldıkları koyun ve develeri götürür­lerken, siz de Resûlüllah´la (s.a.v.) yurdunuza dönmek istemez misi­niz? Canım elinde olan Allah´a yemin olsun ki, eğer hicret fazileti ol­masaydı, mutlaka ben Ensar´dan birisi olmak isterdim.

Halk bir vadiye yönelse hiç şüphesiz ben de Ensar vadisine yö-

Allah´ım! Sen Ensar´a, Ensar´ın çocuklarına ve çocuklarının ço­cuklarına rahmet eti»

Bunun üzerine Ensar sakallan ıslanıncaya kadar hüngür hüngür ağladılar...

Yüoe Resulün sözleri onların gönüllerine selâmet, ruhlarına zen­ginlik ve afiyet doldurdu.

Hepsi birden, Sa´d İbn Ubâde de onlarla birlikte:

«? Biz kısmet ve pay olarak Allah´ın Resûlü´ne razı olduk» dîye haykırdılar ...

Hz. Ömer´in halifeliğinin ilk´ günlerinde Sa´d Emirülmü´minin´e gitti ve aynı aşırı açıklığıyla ona şöyle dedi:

«? Arkadaşım Ebû Bekir bizim yanımızda senden daha sevim­liydi... Vallahi, senin himayene girmek istemiyordum!...»

Hz. Ömer ona sakin bir şekilde şu cevabı verdi:

«? Komşusunun himayesini istemeyen kimse, ondan uzaklaş­mıştır...»

Sa´d tekrar şöyle cevap verdi:

? Ben senden daha iyi olanın himayesine sığınıyorum!...»

Sa´d (r.a.) Emirülmü´minin Hz. Ömer´e söylediği bu sözleriyle ha­karet etmek veya bir hoşnutsuzluğu ifade etmek istemiyordu.

Kısmet ve pay olarak Resûlüllah´a (s.a.v.) razı olan kimse, uzun zaman Hz. Peygamber´in {s.a.v.) sevgi ve takdirini gören Ömer gibi bir adamın halifeliğini reddedemezdi...

Sa´d, Kur´ân´in kendilerini «Aralarında merhametlidirler» diye ni­telendirdiği sahabilerden birisi olarak, bazan kendisiyle Emîrülmü´minin arasında istemediği ve razı olmadığı bir ihtilâfı doğuracak hal ve şartları beklememek istemişti...

Devesini Suriye´ye doğru sürdü...

Oraya ulaşıp Huran bölgesinde konakladığında eceli hemen onu çağırdı ve o Rahim olan Rabbinîn himayesine kavuştu... [2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Sakife: Arapça´da ´sofa, gölgelik´ aniamianna gelir. Hz. Peygamber´in (s.a.v.} vefatından sonra halifenin kimden olacağı konusunda görüşmelerin yapıldığı yer. Bu olaya Sakife Günü denilmiştir. (Çeviren)

[2] Halil Muhammed Halil, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/61-69.
Top